EMPERYALİZM MEDYASI YA DA MEDYA EMPERYALİZMİ (I)
Daniel Katz, Graeme Buton ve Denis McQuail’le göre, medyanın beş temel işlevi vardır. Bunlar; bilgilendirme, kültürel devamlılık, toplumsallaştırma, kamuoyu yaratma, eğlendirmedir.
Bilişim ve iletişim araçlarının birbirine eklemlenmesi, internetin ivmeli gelişimi ve fotoğraf makinesi veya kamera gibi kayıtlama donanımlarının teknolojik gelişimi, habercilik alanında farklılaşmalara neden olmuştur. Bunun örnekleri televizyon kanallarında ve gazetelerin internet siteleri ile Youtube gibi odaklanmış internet ortamlarında, sıradan insanların sağladıkları haberler konusunda izlenmektedir. Kısaca söylemek gerekirse; neredeyse internet bağlantılı bir cep telefonuna sahip herkes, küresel haber muhabiri olma potansiyeline sahiptir. Bu çerçevede haber muhabiri kavramı, kalabalık kaynaklı (crowd sourcing) hale dönüşürken, başta yurt dışı (yabancı) haber olmak üzere haber muhabirliğinin de önemini azaltmaktadır. Bu nedenle mevcut haber muhabirliği olgusu, muhtemelen önümüzdeki dönemde haberin odağında olmayacaktır. Küresel haber olgusu ile birlikte herkesin izleyici ve herkesin haber muhabiri olduğu farklı bir konuma geçildiği öngörülebilir.
İnternet ve sosyal medyanın en ilgi çekici özelliklerinden birisi, fiziksel sınırları ortadan kaldırarak, yeni türden ve küresel özellikli bir kamusal alan oluşturmasıdır. Bilgisayarlara ve akıllı telefonlara etkileşimli televizyon donanımının etkilenmesi ile haberin oluşumun da daha fazla küreselleşmiş bir niteliğe sahip olacağını söylemek mümkündür. Twitter’ın 500 milyon, Facebook’un ise bir milyar üyesi bulunmaktadır. Üyelerin arkadaş listeleri aracılığıyla dev bir salkım oluşturdukları düşünülürse, Arap Baharı sürecinde sosyal medyanın neden bu kadar etkili olduğu kolayca anlaşılır. Aynı şekilde Ukrayna krizinde ve ülkemizdeki Gezi Olayları sürecinde sosyal medyanın ne denli etkili olduğuna hep birlikte şahit olduk.
Günümüzde haberi küresel olarak izlemenin yanında, haberi küresel olarak yaratmanın şartları da gelişmiştir. Bu yeni durum, medya için haber kavramının küresel haber kavramı olarak isimlendireceğimiz yeni bir düzeye terfi ettiğini doğrulamaktadır.
Küreselleşmenin temel aracı olan medyanın işlevlerine eleştirel baktığımızda ise yukarıda verdiğimiz egemen tanımlardan tamamen farklıdır. Buna göre medya, ekonomik sistemin ve bilinç yönetiminin satışını yapmaktadır. Genel eleştirel bakış açısıyla; pazar ekonomisi mantığına göre yayın yaptığını ve toplumda yarattığı etkinin, yönlendirme, kullanma, pasifize etme, aktifleştirme, değiştirme, yönlendirme, parçalama, birleştirme eylemlerine yönelik olduğunu söylemek mümkündür. Bireylerin yoğun olarak medyanın etkisinde olduğu bir toplumda, en yaygın kabul gören değerlerin belirleyicisi medyadır. Medyanın denetiminde gelişen kitle kültürü, kültürün üreticisi ve koruyucusu olan toplumun denetiminden çıkmış ve tamamen ticari amaçlı olarak kültür endüstrisi tarafından yapay, tek tip ve seri olarak üretilmektedir. Siyaset, ekonomi, kültür, din kısaca hayatımızın her alanında yönlendirici, algılatıcı ve algı yönetici olarak medya öne çıkmış durumdadır. Kitle iletişim araçlarının toplum ve siyaset üzerindeki etkisini, Amerikalı siyaset bilimci Richard Fagen’in verdiği şu örnek çarpıcı bir biçimde açıklamaktadır: “Eğer 2 bin kişiyi kitle iletişim araçlarında kilit noktalara yerleştirebilecek bir düzenbazlık şebekesi kurabilme imkânı olsa, Amerika’nın tümünü ve dünyanın büyük bir kısmını ABD Başkanının öldüğüne inandırmak işten bile değildir!”
Nitekim 30 Ekim 1938’de ABD’de bu algı yönetimi canlı olarak yaşandı. Milyonlarca ABD’linin dinlemekte olduğu CBS radyosu ve ortak istasyonları Orson Welles ile Mercury Tiyatro Grubu H. G. Wells’in “Dünyalar Savaşı” romanını tiyatral bir şekle sokarak sunmaları ve dinleyenleri Marslıların dünyayı istila ettiklerine inandırmaları sonucu Amerika’da büyük bir kaos yaşandı. Polis, itfaiye ve ambulansların telefonları, radyoların, gazetelerin telefon santralleri kilitlenmişti. Çoğu yerde hayat felç oldu. Sokaklarda delice kaçışan on binlerce insan görüldü. İnsanlar telefonlarla sevdiklerine veda ediyordu. Kimisi de yanına birkaç parça bir şey alıp arabalarına atladı, şehirlerden kırsal kesimlere kaçmaya çabaladı. Şehirle taşra arasındaki bağlantı yolları kilitlendi. Sokaklarda ellerinde av tüfekleri ile uzaylı avlamaya çıkanlar oldu. Kimisi de çareyi kiliselerde aradı. Onlarca kilisede kurtuluş için ayinler düzenlendi. Ağlayarak Tanrıya dua edildi. Hala evlerinde yayını dinlemeye devam edenler, pencerelerini, kapı pervazlarını zehirli gazdan korunmak için ıslak havlularla kapattı…
Brezilyalı eğitimci, filozof ve eleştirel pedagojinin etkili kuramcılarından olan ve “Ezilenlerin Pedagojisi” adlı çalışmasıyla tanınan Paulo Freire, insan zihninin manipülasyonun bir çeşit fetih aracı olduğunu söyler. Manipülasyon, baskı yöntemleri ile istenilen sonuçların alınmasının mümkün olmadığı durumlarda kullanılan etkin bir yöntemdir. ABD’de manipülasyon bir numaralı sosyal kontrol aracıdır ve manipülasyon ağının içinde çalışacaklar toplumun en akıllıları arasından seçilerek, bunlara yüksek ücretler ödenir. Bu gelişmeler neo-liberal kapitalist ekonomi ilkeleriyle uyum içindedir. Manipülasyonla bir taraftan çoğunluğa, olup bitenlerde kendisinin de aktif bir şekilde yer aldığı duygusu aşılanırken, diğer taraftan ise, bu insanların gelişmenin imkânlarından yeterince faydalanmasının önü kesilmeye çalışılmaktadır.
Küresel medyanın en güçlü ayağını oluşturan Amerikan kültür endüstrisi, Amerikan kültürünü dünyaya pazarlarken, hem ticari kazanç sağlamakta, hem de kendi ideolojisinin propagandasını çeşitli küresel manipülasyonlarla yapmaya devam etmektedir. Amerikan kültür endüstrisinin temelini Hollywood oluşturmaktadır. Hollywood, sinemanın bittiği, siyasî teolojinin başladığı yerdir. Amerika, dünya üzerindeki her alandaki hegemonyasını silah gücüne değil, medya gücüne borçludur. Kızılderililerden başlamak üzere, ABD’nin giriştiği hiçbir savaş ya da işgal yoktur ki, Hollywood filmleri üzerinden zafer ya da haklı gerekçeler üzerine oturmasın. Savaşı dahi manipüle edip endüstrileştiren bir zihniyetten bahsediyoruz. 11 Eylül saldırılarından sonra olayla ilgili görüntülerin defalarca televizyonlarda tekrar tekrar gösterilmesi bireylerin aklında yer etmesini sağlamaya yönelik küresel manipülasyon çalışmasından başka bir şey değildi. "Tekrar" ve "sıklık" medyada özellikle reklamlarda kullanılan en önemli tekniklerin başında gelmektedir. Haberlerde günlerce gösterilen uçakların çarpma, kulelerden yükselen duman ve yıkılış anı görüntüleri elbette bu olayın son elli yılda unutulmaz görüntülerin başında yer almasını sağladı. Saldırıdan kısa bir süre sonra dönemin ABD Başkanı George W. Bush dünya kamuoyuna bir açıklama yaptı. Söz konusu açıklama, temel olarak terörizmi kınamaya yönelik olsa dahi, metin içerisinde çok fazla geçen "şeytan" ve "bizler/onlar" ikilemi konunun nasıl algılandığını ve algılatıldığını açık bir şekilde ortaya koyuyordu.
20 Eylül 2001 tarihinde George W. Bush bir başka tarihi konuşma daha yaptı. Bu konuşmada Bush açıkça vurguluyordu ki: "Tüm bölgelerde, tüm ülkeler. Şimdi bir karar vermelidir. Ya bizimlesiniz, ya da teröristlerle". Amerikan başkanın olayı bu kadar siyah ve beyaz görmesi ve kamuoyuna bu şekilde demeçler vermesi sonrasında tüm ülkeler açıkça tehdit ediliyordu. Bu noktada terörizmin ne olduğu veya terörizme destek vermenin nasıl olduğu tanımlanmadı. Üstelik siyasilerin bu konuyu tanımlamadığı gibi, medya da bu konuda çok fazla eleştirel ve sorgulayıcı bir yayın politikası benimsemedi. ABD'nin güçlü medya olanaklarına ve ağına sahip olması süreci yönetmede elini güçlendirdi. Dünyada medya düzenine bakıldığı zaman, medyanın büyük sermaye grupları tarafından denetlendiğini ve kontrol edildiğini biliyoruz. İşte bu gruplara sahip olan kişilerin, Amerikan ekonomisi ve çıkarları adına George W. Bush'un yanında olmaları gerekiyordu. Öyle de oldu. Bush'un kesin çizgilerle çizdiği bu yolda yanında kendisini destekleyen medya düzenine ihtiyaç vardı. Böylece: "Bu ülke terörizme destek veriyor, cezasını verelim. Hep birlikte düşmanlarımızla/şeytanlar ile savaşmalıyız" şeklindeki argümanlar etkili oldu ve medyadan çok az eleştiri ve karşı duruş sergilendi. "Terör ile mücadele" politikası kapsamında 11 Eylül 2001 tarihinin üzerinden bir ay dahi geçmeden, 7 Ekim 2001'de Afganistan'a karşı savaş ilan edildi. Sonrasında hepimizin malumu sıra Irak’a geldi. Barış, huzur ve adalet adına, içlerinde çoğunlukla masum halkın bulunduğu kan, gözyaşı ve adaletsizlik bu coğrafyalarda hala devam etmektedir Bireyler belki de bu olay ile ilgili hükümeti suçlayacakken, olay kahramanlığa ve bir başarı öyküsüne dönüştürülebildi. Tüm bunlar da medyanın gücüyle yapılmış oldu.(DEVAM EDECEK...)