İslam Ülkeleri Savunma ve Savunma Sanayi İşbirliği Ortamını İnceleme ve Araştırma Kurulu
İslam Ülkeleri Savunma Sanayi İşbirliği İnceleme ve Araştırma Masası
MEZHEP SAVAŞI DURDURULMALIDIR
(09 Ekim 2015)
BM Güvenlik Konseyinin geride bekleyen iki üyesinin de (Rusya ve Çin) Bölgeye fiilen dahil olma girişimine bakıldığında, içinde bulunduğumuz Ortadoğu Coğrafyasının yeni ve büyük bir paylaşımın eşiğinde olduğu anlaşılıyor.
İslâm Dünyası, küresel güçlerin pompaladığı ve belki tarihinin en büyük mezhep savaşlarından birini yaşıyor.
Bu savaşın gönüllüleri var, kullanılanları var ve mağdurları var.
Küresel güçler, Şia ve Vehhabî aşırılarını ve bir kısım etnik azınlıkları teşkilâtlandırıp donatarak ehli sünnetin üzerine saldırtmaktadır
Kurtuluşun Ümmetin birliğinden geçeceği kuşkusuz.
AMA NASIL?
Önce; Ehli Sünnet, Şia ve Vehhabî ALİMLERİ bir masanın etrafına oturabilmelidirler.
Sonra; Aralarında derin uçurumlar oluştursa da ihtilaflarını rafa kaldırıp, müştereklerini tespit etmelidirler.
Daha Sonra; Ümmette ittifak duygusunun gelişmesini sağlayacak aydınlatma faaliyetlerini başlatmalıdırlar.
Bunlardan sonra; Müslüman Devlet yöneticilerinin müşterek tehdidi fark ederek birlikte hareket etme imkanı ortaya çıkabilecektir.
Bu yolun dışındaki bütün girişimler, mezhep savaşlarına benzin taşıyacak ve küresel güçlerin ekmeğine yağ sürecektir.
Birliğin sağlanmasında fert fert hepimize görev düştüğüne inanıyorum.
Sözlerimiz, yazılarımız ve davranışlarımız bölünmeye ve kavgaya değil, birleşme ve dayanışmaya yaramalıdır.
Diğer Taraftan;
Türkiye, sınırlarının hemen ötesinde cereyan eden bu büyük mücadelede kendisini her an sıcak bir çatışmanın ve savaşın içinde bulabilir.
Bu hususta da, serin kanlı davranmak gerekir. Gücümüzün yettiğinin ötesinde bir fiili duruma yeltenilmemelidir.
Suriye Coğrafyasında açıktan ve fiili girişimler yerine, örtülü ve asimetrik yöntemler kullanılmalıdır.
Direkt askeri harekât yerine, meşru kabul ettiğimiz muhaliflere eğitim, yönetim ve örtülü lojistik destek verme yöntemi kullanılmalıdır.
Türkiye, mümkün olabilen azami sayıdaki İslâm ülkelerinin temsilcilerinin iştirak ettiği bir "SURİYE KRİZİ ÇÖZÜM KONFEDERASYONU" oluşturmalıdır.
Bu konfederasyon eliyle iştirak eden ülkelerin Suriye Krizinin çözülmesi için siyasi, ekonomik ve askeri destekleri sağlanmalıdır.
Zor süreç İslâm Dünyası ile birlikte aşılmalıdır.
Türkiye buna öncülük yapmalıdır.
Adnan Tanrıverdi
ASSAM ve SADAT
Yönetim Kurul Bşk.
"Küresel Saldırının Hedefindeki İslam Dünyası" semineri Bursa ASSAM İl Başkanlığı organizasyonu ile 1 Kasım 2014 Cumartesi günü Bursa Setbaşı Kütüphanesi Üftade Konferans ve Toplantı Salonunda gerçekleştirildi.
" Dünya'da ve Dünden Bugün'e Türkiye'de Savunma Sanayi " sunumu Bursa Teknik Üniversitesi, Antalya STK'lar Toplantısı gibi çeşitli konferanslarda tebliğ edilmiştir. Sunumun pdf dosyasını indirmek için tıklayınız. (Son Günceleme 28 Ağustos 2014 / 5,62Mb)
ASSAM 19-20 Aralık 2019 tarihlerinde 3’üncü Uluslararası İslam Birliği Kongresi’ni “ASRİKA[i]Ortak Savunma Sanayi Üretimi” başlığı ile gerçekleştirdi. Kongreye 45 ülkeden 200 akademisyen ve STK katıldı. Kongre kayıt masası verilerine göre kongreye giriş için 750’den fazla kişi giriş kartı bastırdı. Rakamları şunun için veriyorum; bir stratejik araştırmalar merkezi tarafından düzenlenen bir toplantı için gerçekten rekor seviyede bir katılımdan ve ilgiden bahsediyoruz. Etkinlik organizasyonu olarak çok başarılı bir çalışma çıkardı ASSAM. Hem de ufak bir efor sarf ederek yaptı bu başarılı çalışmayı.
Uluslararası Savunma Danışmanlık Şirketi (SADAT) hakkında uzun süredir çok ciddi iddialar ortaya atılıyor. Kimi AK Parti’nin paramiliter gücü olduğunu ileri sürüyor; kimi “15 Temmuz akşamı askerle çatışan silahlı siviller onlardı”, kimi “Sivillere yargı muafiyeti getiren KHK SADAT için çıkarıldı”, kimi ise “Suriye’deki muhalif grupları SADAT eğitiyor, hatta bizzat kendileri orada çatışıyor” diyor. Tüm bu iddiaları sormak için SADAT’ın kurucusu ve Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Adnan Tanrıverdi ile SADAT’ın Beylikdüzü’ndeki merkezinde buluştum. Tanrıverdi, milis güç iddialarını yalanladı. İdealleri İslam ülkelerinin resmi ordularına ABD’li şirketlerin verdiği gibi askeri danışmanlık hizmeti sunmak ama şu an için yalnızca bir ülkede 7 personel ile hizmet veriyorlarmış. Türkiye’de ise hiçbir faaliyetlerinin olmadığını söylüyor. Halk Özel Harekât gibi yapılanmalara ise açıkça karşı çıkıyor...
Yirminci yüzyılda“Milletlerin kendi kaderini tayin etme hakkı”(self determination) ilkeleri, ilk defa ABD’nin 28. Başkanı Woodrow Wilson tarafından ilan edilmişti. İlan edilen bu ilkeler, ”Demokrasi-İnsan Hakları-Kanun Hakimiyeti-Siyaset ” gibi kavramlardı.
Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASSAM) geçtiğimiz günlerde İslam Birliği’nin tesisi yolunda önemli bir faaliyet gerçekleştirdi. ASSAM’ın organize ettiği 1. Uluslararası İslam Birliği Kongresi’ne pekçok İslam ülkesinden çok sayıda davetlinin katılmış olması ve etkin işbirliklerine gidilmesi yönündeki beklentileri kongre sonuç bildirgesine de yansıdı.
İslam Ülkeleri arasında işbirliği alanlarının kısa orta ve uzun vadeler için zemin ve organizasyonlarını oluşturmak artık bir zorunluluktur. Potansiyellerin bu maksatla harekete geçirilebilmesi için; öncelikle mevcut kapasite ve kabiliyetlerin, ülkeler bazında ivedilikle haritalandırılmasına ihtiyaç var. Var olan altyapıların öncelikle devreye alınması, müteakip farklı alanlarda yapılacak işbirlikleri için de model oluşturacaktır. Bu bağlamda Türkiye’nin savunma endüstrisinin halihazır kapasitesinden İslam ülkelerinin faydalandırılması en hızlı tesis edilebilecek işbirliği alanlarından biridir.
S.1. KAMU DENETÇİLİĞİNİN TÜRK İDARE SİSTEMİNDE YERİ VAR MIDIR?
Türkiye’de ombudsmanlıkla ilgili ilk çalışmalar 1970’li yıllarda Profesör Doktor Tahsin Bekir Balta tarafından ilk çalışmalar ve incelemeler yapılmıştır. Ömer Baylan tarafından 1978 yılında “Vatandaşın Devlet Yönetimi Hakkındaki Şikayetleri ve Türkiye İçin İsveç Ombudsman Formülü” başlıklı yazı ile ombudsmanlıkla ilgili çalışmayı literatüre eklemiştir. Siyasal alanda ise ilk kez 1980 ihtilali sonrasında gündeme gelmiş ve Türkiye’de ombudsmanlıkla ilgili ilk yasal girişim 1982 Anayasası hazırlık çalışmalarında yapılmıştır. Ancak Anayasa metninde yer almamıştır. 1990 yılında çıkarılan 3686 sayılı İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Kanunu tam manasıyla ombudsmanlığı karşılamasa da uygulamanın başlangıcı olarak kabul edilebilir.
1991 yılında Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) tarafından hazırlanan ve kamuoyunda “KAYA” raporu olarak bilinen “Kamu Yönetimi Araştırması” raporunun bir bölümü kamu yönetiminin denetimine ayrılmış ve önerilerde Devlet Denetleme Kurulu’nun ombudsmanlık gibi işlevleri üstlenmesi belirtilmiştir.
Avrupa Birliği müktesebatına uyum ile ilgili olarak yapılan çalışmalar sonucunda Avrupa Birliği Konseyi tarafından 2006 yılında hazırlanan Katılım Ortaklığı Belgesinin “Kısa Vadeli Öncelikler” başlığında kamu denetçiliği sisteminin kurulması tavsiyesinde bulunulmuştur.
Orta Doğu bir coğrafi bölge olarak tarih boyunca çatışmaların, din savaşlarının, göçlerin merkezi olmuştur. Günümüzde de aynı mücadelenin olduğu görülmektedir. Bütün bu mücadelenin arka planında bölgenin toplumsal, dini ve mezhepsel yapısının farklılığı ve iktisadi verimliliği yer almaktadır. Bu süreç içinde bölge, istikrarsızlaşmış iktisadi ve toplumsal gelişmesini tamamlayamamıştır. Bölgedeki doğal kaynakların sahipliliği sorunu, emperyalist devletler tarafından bölge üzerinde stratejik dengelerin oluşturulmasında etkili olmuştur.
Stratejik dengelerin oluşturulmasında kullanılan yöntemler arasında,ülkelerin iç işlerine müdahale ve iç karışıklık çıkarılması, devletlerin savaşması, dış askeri müdahaleler bulunmakla beraber son dönemlerde terör örgütlerinin kullanılması yer almaktadır. Son yıllarda terörist faaliyetler taktiksel ve niteliksel yönden değişiklik göstermiş ve ilk uygulamaları adeta bu bölgede sahneye çıkarılmıştır.
Orta Doğu coğrafyasından yaşanan bu olaylar Türkiye’yi toplumsal, iktisadi ve güvenlik bağlamında doğrudan ilgilendirmektedir. Bölge halkı ile olan tarihsel, dini ve etnik kimlik bağ, bölgenin yeraltı kaynakları ve bu istikrasız bölgede ülke içi güvenliği tehdit eden unsurların bulunması Türkiye’nin ilgisini sürekli olarak bu bölgede tutmak zorunda bırakmaktadır.
Bu çalışmada Kurtuluş Savaşı belgeler arasında önemli bir yeri olan Misak-ı Milli’de belirtilen sınırları içinde yer alan Musul- Kerkük ve Halep bölgesinde post modern terör örgütleri vasıtasıyla uygulanan politikaların, Türkiye’nin güvenliği ve geleceği üzerindeki muhtemel etkileri incelenecektir.
Bu doğrultuda, bölgenin toplumsal ve iktisadi yapısı incelenerek, emperyalist devletlerin Misak-ı Milli sınırları içindeki nihai amaçları ve uyguladığı yöntem ve taktikler tartışılarak açıklamalar yapılacaktır.
Not: Makale "Yeni Türkiye" Dergisinin Ocak - Şubat 2017 / 93. sayısında yayınlanmıştır. http://www.yeniturkiye.com/display.asp?c=0931
İkinci Dünya Savaşının sonunda başlayan 1945-1990 yılları arası dönem, "Soğuk Savaş" dönemdir. Soğuk Savaş'ın bitişiyle birlikte Yeni Dünya Düzeninde ABD en büyük asimetrik güç ve Askeri-siyasi açıdan lider konumundadır.
100 yıl önce İslam coğrafyasını yapılandıran küresel güçler, soğuk savaş bitimiyle başlayan Yeni Dünya düzeninde, BOP projesiyle bu seferde coğrafyamızı, milliyet-mezhep ve cemaat kamplaşmalarını kışkırtarak bir kaosa ortamına sürükleyip-ayrıştırarak, kontrol altına alma stratejisi ile hakimiyetlerini kurmak istemektedirler.