İslam Ülkeleri Birliği Organları için Mevzuat İnceleme ve Araştırma Kurulu
Bölgesel İslam Devletleri Birliği Organlarını İnceleme ve Araştırma Masası
İSLÂM DÜNYASINA HUZUR NASIL GELECEK?
10 Haziran 2014 tarihinde IŞİD militanları tarafından rehin alınan Musul Konsolosluk görevlisi 49 vatandaşımız, başarılı bir operasyonla kurtarılmıştır.
101 gündür rehin tutulan vatandaşlarımız 20 Eylül 2014 günü sabah saat 05:00 sıralarında Türkiye-Suriye sınırının IŞİD kontrolündeki (Kargamış-Ceylanpınar arasındaki yaklaşık 130 Km) sınır bölgesinden geçirilerek Şanlıurfa’ya getirilmiştir.
Vatandaşlarımızın kılına zarar gelmeden gerçekleştirilen bu operasyonun, Devletimizin kudretini ve yöneticilerimizin yeteneklerini gözümüzün önüne seren, önemli bir politik başarı olduğunun altını çizmek istiyorum.
Resmi açıklamalarda “Milli İstihbarat Teşkilâtımızın kendi yöntemleriyle gerçekleştirdiği bir çalışmayla Türk vatandaşlarının yurda döndüğü” belirtilmiştir. Kurtarma operasyonun nasılı hakkında net bir açıklama yapılmamıştır. Kurtarma harekâtının perde arkası merak konusu olmaya devam edeceğe benzemektedir. Ama önemli olan diplomatik hüviyete de sahip olan 49 vatandaşımızın sağ-salim olarak yurda dönmüş olmasıdır.
İslam ülkeleri varlığını ve birlikteliğini belirleyen bu (model) anayasa Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin sünnetlerinin belirlediği ümmet anlayışı doğrultusunda;
Dünya milletler ailesinin eşit haklara sahip birer üyesi olan İslam ülkelerini bir çatı altında toplamayı, manevi değerleri birlikte yaşatmayı ve yüceltmeyi, maddi değerleri birlikte üretmeyi ve paylaşmayı amaçlamaktadır.
Anayasa (model) taslağını aşağıda yer alan bağlantıdan indirebilirsiniz.
GENEL
Uluslararası ASSAM İslam Birliği Kongrelerinin amacı; İslam Ülkeleri Coğrafyası başta olmak üzere dünya siyasetinde güncel sorunlarla ilgili olarak akademik ve siyasal bir zemin üzerinde tespitler yapmak, İslâm Ülkelerinin bir irade altında toplanması için gerekli müesseseleri ve bu müesseselerin olması gereken mevzuatı hakkında karar vericilere bir hal tarzı sunmaktır.
Uluslararası ASSAM İslam Birliği Kongrelerinin, Birincisine 27 İslâm Ülkesinden katılan STK Temsilcileriyle yapılan istişare sonucunda sürekliliğinin sağlanmasına karar verilmiştir.
Toplumlara egemen olanların iktidarının sınırlandırma isteği kuvvetler ayrılığı teorisi ile birlikte modern devletin oluşmasını sağlamıştır. Montesquieu, “Kanunların Ruhu” adlı eserinde devlet yönetiminde etkili olan yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin oluşmasını ve birbirleriyle olan ilişkisini açıklamıştır. Bu ilkeden hareket ederek günümüze kadar olan dönemde kuvvetler arasındaki ilişkinin derecesi hükümet sistemlerinin farklı şekillerde adlandırılmasını sağlamıştır. Kuvvetler arasında yer alan yargı kuvveti bu ilişki içinde ayrı bir yerde tutulmaktadır. Yargının her hükümet sistemi içinde yasama ve yürütme arasındaki ilişkisi birbirlerine yakın olması nedeniyle yargı kuvveti hükümet sistemlerinin belirlenmesinde dışarıda tutulmaktadır. Ancak çift yargı sistemi uygulayan Kıta Avrupası ülkelerinde yargının idari ayağını oluşturan idari mahkemeler ile yürütme ve yasamanın gücünü sınırlandırmak amacıyla İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan Anayasa Mahkemelerinin iktidar ilişkileri içinde işlevleri bulunmaktadır. Bu ilişkinin var olması hükümet sisteminin biçimini değiştirmemektedir. Her ülkede değişik isimlerle, coğrafi esaslara göre kurulmuş mahkemeler yer almaktadır. Dolayısıyla bu çalışmada hükümet sistemlerinin oluşmasında etki yaratmayan yargı kuvveti incelemeye dahil edilmemiştir.
Yeni Türkiye’nin İnşası ve Restorasyonu
2013 yılında Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip ERDOĞAN tarafından, yeni Türkiye’nin İnşası 2023-2071 yıllarının siyasi-iktisadi-kültürel hedefleri belirlenerek milli ve bağımsız güçlü bir Yeni Türkiye’nin hedefleri ilan edilmişti.
Türkiye’nin hedefleri; değerlerine yani, özüne dönüşü esas alan, kendi medeni değerlerinin bulunduğu “tarihi, kültürel, eksende, coğrafyada”, yeniden (Restorasyon) yapılanarak ve inşa süreci ile Yeni Türkiye’yi kurma projesiydi.
2013 tarihten itibaren ülkemiz yeni küresel çağdaş (Kolonyal) sömürgecilerin sinsi saldırılarına maruz kalmıştı. Bu saldırılar gezi ile başlamış, 17-25 yolsuzluk iftiraları, kumpasları ve akademisyenlerin imzaları ile devam etmiş, son olarak da 15 Temmuz 2016 tarihinde TSK bünyesine sızan hainlerin darbe kalkışmasıyla devam etmiştir.
Büyük Türkiye Projesi ile yapılacak olan yapısal reformlar aslında Cumhuriyetin ilanından itibaren başlayan, reform ve modernleşme sürecini devam ettiren yenilikçi bir harekettir.
Büyük Türkiye projesi; Devletimizi bu sistemde yeniden yapılandırılarak, eskiyi yıkmadan restorasyona giderek yeniden büyük Türkiye’yi inşa etme projesidir. Bu projenin başlangıcı Osmanlı ile başlayan, Cumhuriyetin ilanı ile devam eden bir süreçtir.
Yeni Türkiye inşa etme projesinde eskiyi ret etme yoktur. Bu projede eskiyle hesaplaşma da yoktur. Sadece işlemeyen kurumları başta kamu idaresini-yönetimini yeniden yapılandırarak daha işlevsel hale getirmektir.
Aslında bu restorasyon ve inşa eylemi; Milletimizin kurduğu medeniyetten, kendi köklerinden koparılan ve yozlaştırılan bir milletin kendi kültürel-siyasi eksenine geri dönüp kendi dünya düzenini-hayat nizamını, medeniyetini kurma mücadelesidir.
Milletimizin dış güçlere karşı bu istikbal ve istiklal mücadelesi; Selçuklu ile başlayıp, Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyetle devam eden tarihsel süreçte devam etmiş ve halende devam etmektedir.
Dayatılan Yenidünya düzeni ile küresel güçlere karşı milletimizin bu mücadelesinde, devletimizin idari yapısal değişiklikleri yapma ihtiyacı bir beka meselesi olmuştur.
Yeni Anayasa ve Başkanlık sistemi ile yapılacak olan idari değişiklikler aslında, küresel güçlere karşı yapılan bu var olma mücadelesidir.
Dünyanın Küreselciler tarafından yeniden şekillendirilmeye çalışıldığı bu dönemde, medeniyetimizin ve ülkemizin de bulunduğu Afro-Avrasya coğrafyasına hakim olan bir gücün dünyanın yeni hakimi efendisi olacağı var olan bir gerçektir.
Yüzyıllardır süren bu mücadelede, Milletimizin kurduğu bu medeniyetin Tarihsel Jeo-stratejik, Jeo-Politik, Jeo-Kültürel derinliği içinde, Türkiye’nin pasif ama halen bünyesinde potansiyel bir gücü barındırdığı karşı güçler tarafından bilinmektedir ve önemsenmektedir.
Dolayısıyla süren bu güç mücadelesinde ülkemizin de içinde bulunduğu bu coğrafyada gizli bir savaşın evrelerine şahit olmaktayız.
Devletimiz ve milletimiz bu saldırıları bertaraf edebilecek imkan ve kabiliyetlere sahiptir. Milletimiz İstikbal ve istiklal mücadelesini kazanarak, büyük bir güç olarak tarihteki yerini alacaktır.
Milletimizin bu mücadelesinde başarılı olması, yenidünya düzenin dayattığı “hayat nizamı-yaşam tarzına” karşı devletimizin yeni baştan değişimi ancak “Kamu idaresi” yönetiminin yeniden yapılandırılması ile mümkündür.
Bunun adı da başkanlık sistemidir.
Yeni Anayasa ve Başkanlık sistemi bir “(inşa) değişim, bir (restorasyon) dönüşüm” ihtiyacının ötesinde bir milletin beka meselesidir.
Yeni bağımsız-güçlü Türkiye için milletimiz Evet diyor. Yeni Anayasa değişim ve dönüşümün başlangıcı olacaktır.
01 MART 2017
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Çetin ZAMANTIOĞLU Araştırmacı
Kâinatın; bu günkü verilerle büyüklüğünün, bilim dünyasında makro düzeyde, onlarca milyarlar ışık yılı genişliğinde olduğu ifade ediliyor. Daha ilerisine; ne ilim, ne akıl ne de hayal gidemiyor.
‘İdrâk-i meâli bu akla gerekmez,
Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez’
Ancak; envâr-ı Kur’anla, nûr-u imânla sırrı hakikat hissediliyor, anlaşılıyor. Yaratılanlar bilemese de yaradan her şeyi biliyor, en güzel şekilde yaşatıyor. İman sahipleri dereceleri nispetinde ona iman ediyorlar. Böylelikle her taraf ve her varlık aydınlanıyor, hakiki anlamını kazanıyor, nurlanıyor. Bütün varlık âlemi tüm güzellik ve gerçekliğiyle idrak ediliyor.
Kâinat; atomundan, hücresine kadar, yıldızından galaksilerine kadar, melâikesinden-cinlerine-insanlarına varıncaya kadar, bildiğimiz bilmediğimiz bütün mevcudatıyla… yaratanını, rabbini anlatan, büyüklüğü kelimelerle ifade edilmekten aciz mukaddes bir dil, esmâ-i hüsnaya muazzam-mukaddes bir âyine-i İlâhi oluyor.
Birleşmiş Milletler Teşkilâtına üye 193 Devlet’in 60’ını (Üye Sayısının %31’i) halkı Müslüman Ülkeler teşkil etmektedir.
7,145 milyarlık Dünya Nüfusunun 1,6 Milyar’ını (Dünya Nüfusunun %22,5’u) Müslüman Devletlerin insanları, 150 milyon Km2 olan dünya karalarının 19 milyon Km2’sini (Dünya Karalarının %12,8’i) de 60 İslâm Ülkesinin toprakları teşkil etmektedir.
Giriş
Günümüzdeki görünüşe göre, beşerî sistemlerin en iyisi liberalizmdir. Liberalizmi seküler sistemler içinde tercih edilebilir kılan, tecrübeler neticesinde ve “sivil toplum”un talepleri doğrultusunda değişebilir olmasıdır. Fakat Türkiye entelektüellerinin çoğunda, maalesef her ideolojinin en aşırısını benimsemek gibi bir huy vardır. Liberalizmin en aşırısı, piyasayı tamamen serbest bırakmaktan yana olan klasik liberalizm, yani kapitalizmdir. Onun yirminci asrın ortalarından günümüze kadarki en etkili çağdaş filozoflarından biri, Friedrich von Hayek’tir. Liberallerimiz de önemli ölçüde onu izlerler. Yeni Yüzyıl gazetesinin “profesör” unvanlı iki yazarı, bu durumun örnekleridir:
Prof. Dr. Birol Kovancılar, 19 Kasım 2015 günkü “I hate capitalism” başlıklı yazısında, bu seneki iş dünyası zirvesinde Ali Koç’un, “Eşitsizliğin ortadan kalkması için kapitalizmin ortadan kalkması gerekir. Gerçek sorun kapitalizmdir” şeklindeki sözleri ile Bill Gates’in 2008 Dünya Ekonomik Forumundan beri söyleyegeldiği, “Kapitalizmden nefret ediyorum” şeklindeki sözlerini tenkit ediyordu. Prof. Dr. Atilla Yayla ise, 20 Kasım 2015 günkü “Sermaye ve kefen” başlıklı yazısında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın G-20 zirvesinin iki oturumundaki konuşmalarında, işverenleri kazançlarının bir kısmını çalışanların maaşlarını artırmak suretiyle fakirlerle paylaşmaya çağırmasını tenkit ediyordu.
Ermenilerin, Büyük Selçuklulardan itibaren uyumlu hâlleri, 1890’dan itibaren tam bir fitneye dönüşmüştür. 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sonrasında Rusya, Anadolu’nun kuzey-doğusundaki bazı şehirleri işgal edince oralardaki Ermenileri Osmanlı’ya karşı kışkırtmaya başlamıştı. O dönemde Fransa da Katolikleri organize ediyordu. Bunun üzerine İngiltere de Ermeniler arasında Protestanlık propagandasına başlamış, bu arada o da ayrılıkçı duygular aşılamaya başlamıştı. 1888’de Van’da başarısız bir deneme yapmışlar, nihayet 1890’da Erzurum’da bir isyan çıkarmayı başarmışlardır. Aynı yıl İstanbul’da da ayrılıkçı Ermeniler, Osmanlı yanlısı gördükleri bazı Ermenileri öldürmüşlerdir [13]. Fransa, İngiltere ve Rusya’nın kışkırtmalarıyla oluşan o fitnede Ermeniler, Katolik ve Gregoryen/Ortodoks mezheplerine göre birbirlerine karşı da düşman edilmişlerdir.
Giriş
“Irak ve Suriye’de Değişemeyen Sosyal Psikoloji ve Yönetim Problemi” başlıklı yazımızda Irak örneği ile Ortadoğu’da hem yerli hem de işgalci egemenlerin baskı/şiddetinden kaynaklanan, ezilenlerdeki “tek yol şiddet” şartlan/dırıl/masını işlemiştik. Dikkatimiz, Ortadoğu’nun sosyo-psikolojik yapılan/dırıl/ması üzerine yoğunlaşmıştı.
Çok geçmeden Fransa’da Hz. Muhammed (s.a.s)’i karikatürize eden Charlie Hebdo dergisinin merkezine yapılan kanlı saldırıyı duyduk. Modernitenin en son kavramlarına göre, Batı’da algılama şöyle oldu: Mazlum “laik ifade özgürlüğü” karşısında zalim “Müslüman teröristler”. İslam dünyasında ise, az sayıda da olsa saldırganları takdir edenler oldu.
Yani bir yanda, ifade özgürlüğü adı altında mukaddese dil uzat/tır/mak; diğer yanda, mukaddesi savunma adına katliam şeklinde terör yap/tır/mak. İşte bu olay, bu yazımızın konusunun, önceki yazımızı tamamlayacak şekilde ama bu defa, Batı’nın yeni sosyo-psikolojik yapılan/dırıl/ması olmasını gerektirdi.