Salı, 04 Aralık 2018 00:00

İslâm’da Hicret Kavramı Ve Fetullahçı Terör Örgütü Tarafından İstismarı

Öğeyi Oyla
(6 oy)

Şüphesiz İslâm dini mü’minler tarafından son hak din olarak kabul edilmektedir. Bu dinin peygamberi Hz. Muhammed (sav) ve kitabı da 23 senede vahiyle kısım kısım inen Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an-ı Kerimin kısım kısım inmesinde peygamberimizin içinde yaşadığı toplum ve onun içerisinde gerçekleşen olaylar etkili olmuştur. Bu olaylar vesilesiyle, ümmetin kıyamete kadar uyacağı dinin hükümleri ve kuralları ortaya çıkmıştır.

ÖZET

Peygamberimizin ve Müslümanların hayatında “Hicret/Göç” olayının ayrı bir yeri ve değeri vardır. Sahabeler arasında da hicrete katılan sahabelerin ayrı bir yeri vardır. İslâm tarihi açısından “Hicret” bir milattır. Hz. Ömer (r.a) zamanında Hicri takvimin başlangıcı olarak kabul edilmiştir. İslâm takvimlerinde “tarih” bu seneden başlar ve buna “hicret yılı” veya “hicrî yıl” denir.

Tarih boyunca birçok kişi ve grup dinin insanlar üzerindeki etkisinden faydalanarak çeşitli kazançlar elde etmeyi denemiş ve din tüccarlığı yapmaktan çekinmemişlerdir. Henüz peygamberimiz hayattayken, Medine’de Mescid-i Nebevi’ye alternatif olarak “Mescid-i Dırar” olarak adlandırılan bir mescit inşa edilmiştir. Bu şekilde Müslümanlar arasında ayrımcılık oluşturulması, din istismarının tipik örneklerinden biridir. Peygamberimizin bu mescidi inşa edenlere karşı şiddetli bir tepki göstermiştir. Mescid-i Dırar’a gitmemiştir. Peygamberimizin bu tavrı, günümüzde din istismarına yönelmiş olanlara karşı nasıl davranmamız gerektiğini bize göstermektedir.

Fetullahçı Terör Örgütü, tarihte görülebilecek en büyük örgütlü din istismarlarından birini gerçekleştirmiştir. Biz bu çalışmamızda, Fetullahçı Terör Örgütü’nün Orta Asya’da ABD istihbaratı adına eğitim faaliyeti yapabilmek için elemanlarını motive etmede kullandığı hicret/göç kavramı üzerinde duracağız. Bu çalışma nitel araştırma yöntemini kullanılarak ikincil kaynaklar üzerinden yapılan betimsel bir çalışmadır. Bu çalışmada “Giriş”ten sonra öncelikle “Hicret Kavramı” incelenecektir. Sonra kısaca, “Fetullahçı Terör Örgütü ve İstismar ettiği Kavramlar” özerinde durulacaktır. Devamında “Orta Asya’ya Yönelme ve Hicret Kavramının İstismarı” konusu incelenecektir. Çalışma, “Genel Değerlendirme ve Sonuç” ile sonlandırılacaktır. Sonuç olarak F. Gülen, örgüt elemanlarını Orta Asya’ya gönderirken “hicret” kavramının motive edici etkisinin çok olumlu olduğunu görmüştür. Bu etkiyi daha sonra Afrika kıtası devletlerine gidecek olanlara da kullanmıştır. Hatta kendisinin Türkiye’den ABD’ye kaçışını da müntesiplerine bu kavram ile kabul ettirmiştir.

The Concept of Hijrah in Islam And Abuse by FETO[1]

ABSTRAC

Certainly, the Islam religion is accepted by believers as the last thrue religion. The Prophet of this religion is Muhammad (peace on him) and the book of this religio is the Qur'an which descended part by part during 23 years. Tre reason why Qur'an is descended part by part during 23 years is fact of society in vhich Muhammed (peace on him) live in and the events related vith that society in time. In this way, religious judgments and rules have emerged until doomsday.

 In the life of our Prophet and his fallovers, there is a very important value of the "Migration” phenomenon. Friends of Him who took place in Hijrah has a seperate value among the other friends of Him. "Hijrah" is a milestone form the point of Islamic history. At the time of Ömer (may Allah be pleased with him.) it was accepted as the beginning of the Hijri calendar. Islamic calendars, starts from the immigration and also is called " emigration Prophet"Mescid-i Dirar" was built as an alternative to the Masjid al-Nabawi in Medina. Such a discrimination among Muslims is one of the typical examples of religious abuse. Prophet (peace on him) did not go to the Masjid-i Dirar. This attitude of our Prophet reveals to us how we should act against those who are now facing religious abuse.

 FETO has realized one of the biggest organized religion abuses that can be seen in history. In this paper, we will focus on the concept of migration that the FETO used to motivate its staff to do educational activities on behalf of US İntelligence in Central Asia. This study is a descriptive study using qualitative research method on secondary sources . In this study, after the "Introduction", the concept of "Hijrah" will examine first. Then, , "FETO and Abused Concepts " Will        emphasize . In the following, the subject of "Towards Central Asia and the exploitation of the concept of immigration" will examine. The study will be terminated by "General Evaluation and Conclusion". As a result, F. Gulen, the leaderof FETO saw that the motivating effect of the concept of "migration" was very positive while sending the members of the organization to Central Asia. This effect was later used by him going to the African continent. In fact, this concept is used by himselfwhy he escape from Turkey to US to accep his followers.

1.GİRİŞ

İlk çeyreğini bitirmek üzere olduğumuz 21. Yüzyıl, değişen yenidünya düzeni, yeni dengeleri, yeni oluşumları ve tabi ki yeni planları da beraberinde getirmektedir. Soğuk savaşın sonuna doğru oluşturulan Sovyetler Birliğine karşı oluşturulan “Yeşil Kuşak” projelerinin ülkemiz üzerine olan etkileri inkâr edilemez. Aynı şekilde Komünizmin çöküşü ve Sovyetlerin dağılmaları sonucunda Orta Asya’da ortaya çıkan yeni Türk Devletleri ve durumları ülkemizi yakından ilgilendirmektedir.

 Bu gelişmeler aynı zamanda NATO müttefikimiz olan başka bir ülkeyi de ilgilendirmektedir: ABD. Amerika uluslararası ilişkilerde yalnızca kendi çıkarını düşünmektedir. Kendi menfaatine uygunsa müttefik ve dost dediği ülkelere zarar vermekten çekinmez. Yeşil Kuşak teorisine göre, Afganistan’ı bombalayan ve sivilleri öldüren Rusya’ya karşı savaşan Afgan mücahitlerini desteklemek için Usame Bin Ladin’i göndermiştir. Rusya Afganistan’dan çekildikten ve dağıldıktan sonra, ABD’de konsept değişikliği olmuş. Artık menfaati başka davranmayı gerektirmiş, Usame Bin Ladin artık ABD’nin en büyük terörist düşmanı olmuştur. Bu bahane ile Rusya’nın yaptığı gibi Afganistan’ı bombalamaya ve sivilleri öldürmeye devam etmiştir.

 Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra NATO’nun düşmanlarını simgeleyen rengi Kırmızı’dan Yeşil’e dönüştürülmüştür. Yeşil ise Güneyi, Ortadoğu’yu, Orta Asya’ya kadar uzanan İslâm ülkelerinden oluşan bir coğrafi alanı simgelemektedir. Yani NATO stratejisinde risk faktörünü artık Rusya değil, “Güney ülkeleri, İslâm ülkeleri” oluşturmaktadır. MGK 31 Temmuz 1992 tarihli toplantısında; Milli Güvenlik Kurulu Sekreterliği tarafından yeni NATO stratejisine göre hazırlanan raporu “Türk Milli Güvenlik Siyaset Belgesi” başlığı altında onayladı. Bu belgeye göre ülkemiz Güney/İslâm tehdidine karşı bir cephe ülkesi durumuna getirilmiştir. Bu açıdan da ülkemizde gerek terör ve bu teröre karşı oluşturulmaya çalışılan antiterör olaylarına sahne olmaya devam etmektedir (Kuyaksil, 2000: 634)

 Ülkemizde oluşturulan işçi, öğrenci, sağ-sol, alevi-sünni, Türk-Kürt vb. çatışmaları, ihtilal ve darbeleri ABD’den bağımsız olarak düşünmek mümkün değildir. İşte FETÖ’nün de ta 1965’li yıllardan itibaren ABD istihbaratı ve onun Türkiye’deki uzantıları ile temas halinde olduğu günümüzde ortaya çıkmıştır. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi neticesinde ABD tarafından korunması ile de artık kimseden saklanılamaz bir hale gelmiştir.

 Bu çalışmamızda Sovyetler Birliğinin dağılması sonrası, FETÖ’nün yeni ortaya çıkan devletlerde önce eğitim gayesi ile gidilerek ticari hayata da girmesi ve bu arada Amerikan istihbaratının kontrolü ve desteği ile de giderek büyümesine dikkat çekilecektir. FETÖ elemanlarını buralara göndere bilmek için sahabe hayatlarını ve hicret kavramını kullanmıştır. Orta Asya’daki başarısından sonra Amerika nerede istemişse, aynı motivasyon kullanılarak orada okul açılmıştır. Böylece Fetullahçı Terör Örgütü, tarihte görülebilecek en büyük örgütlü din istismarlarından birini gerçekleştirmiştir.

 Batı medeniyeti kendi ülkelerindeki insanlar için maddi refahı yakalamış fakat manevi huzur ve mutluluğu verememiştir. Bir hakikat arayış içerisindeki Batı insanı iç huzuru yakalamak için değişik din arayışları içine girmiştir. Tercih edilen dinler arasında ise İslâm en önde gelmektedir. Batılı devletler ve Amerika, hakikat arayan insanlarına daha uygun bir alternatif sunamadığından, İslam’ı kötü, gaddar, vahşi korkunç gösterme yolunu seçmişlerdir. Bütün imkânları ile İslam korkusunu (Islamophobia) öncelikle kendi ülkelerinde sonra da dünya kamuoyunda yaymaya çalışmaktadırlar.

 Dünya çapında El Kaide, Deaş, Boko-Haram gibi örgütlerin bu rolü oynaması için organize edilmiştir. Müslüman olan Türkiye’de ise, bu sayılan örgütler ve benzerleri işe yaramayacağından, Müslüman kitleyi dine bağlayan ve İslami şuur kazandıran, ehl-i sünnet çizgisindeki sahih cemaat ve tarikatlardan, dolayısıyla İslam’dan uzaklaşmasını sağlayacak FETÖ ve benzeri yapıların oluşturulduğu ortaya çıkmıştır. Bu tür yapıların kötü neticeleri gösterilerek, vatandaşlarımızın her türlü İslami cemaat ve tarikatlardan uzak durmalarının sağlanması amaçlanmıştır. İslam’ın ana omurgasını oluşturan ehl-i sünnet çizgisindeki cemaat ve tarikatlardan uzaklaşma halinde, tam da küresel ifsad komitelerinin oyununa gelinmiş olunacaktır. Böyle bir oyuna düşmemek için milletçe ve devlet yöneticilerimizce uyanık olmamız gerekir. Bir hastalığın aşısı kendi cinsi içinde saklıdır. İslami bünyeyi bu tür parazit yapıların oluşturduğu hastalıklardan korumak için, “doğru İslamiyet’i ve İslamiyet’e layık doğruluğu” yaşayan ve telkin eden cemaat ve tarikatlar daha çok teşvik edilmeli ve desteklenmelidir.

  2.HİCRET KAVRAMI

 2.1.Hicretin Kelime Anlamı

Sözlükte "terketmek, ayrılmak, ilgisini kesmek" anlamına gelen hecr (hicran) masdanndan isim olan hicret "kişinin herhangi bir şeyden bedenen, lisanen veya kalben ayrılıp uzaklaşması" demektir: ancak kelime daha çok "bir yerin terkedilerek başka bir yere göç edilmesi" anlamında kullanılır. Terim olarak genelde gayri Müslim ülkeden (darülharp) İslam ülkesine göç etmeyi, özelde ise Hz. Peygamber'in ve Mekkeli Müslümanların Medine'ye göçünü ifade eder. Medine'ye göç eden Müslümanlara muhacir, Resul i Ekrem' e ve muhacirlere yardım eden Medineli Müslümanlara da ensar unvanı verilmiştir (Önkal, 1998: 458). Mekkeli müşriklerin baskılarına dayanamayan Müslümanlar daha önce de iki kafile halinde Habeşisten’a hicret etmişlerdir.

 Hicret kavramı, Kur’anda göç etmenin dışında Allah’a eş koşmak ve puta tapmak gibi çirkin davranışlardan (ricz) kaçınmak (Müddesir, 74/5) ve bir insanın yanından ayrılmak (Meryem 19/46, Nisa 4/34) anlamında da kullanılmıştır. Hz. Peygamber (a.s.), “muhâcir, Allah’ın yasakladığı şeyleri terk eden kimsedir” (Buharî, Îmân,4-5) sözü ile hicret kavramına mecâzi bir anlam da yüklemiştir (Karagöz, 2010: 257).

 2.2.Hz. Muhammed’e Hicret İzninin Verilmesi

Hz. Muhammed (s.a.s)’e hicret izninin verilmesi ve hicretin gerçekleşme süreci çoğunluk itibariyle 14-15 günlük bir süreç oluşturmaktadır. Bu süreç esnası, peygamberimizin hayatını anlatan “siyer ilmi” kitaplarında onlarca sayfalarla anlatılmaktadır. Biz bu yolculuk sürecini yaşanan olaylar ve mu’cizelerin ayrıntılarına girmeden, kısa bir hatırlatma yapmak için aktarımlarda bulunacağız (Aydın, 2015: 284-287).

 Akabe biatlarının ardından Mekkeli Müslümanlar Medine’ye göç etmeye başladı. Hz. Muhammed (s.a.s) de kendisi için Rabbinden hicret izni beklemekteydi. Nihayet beklenen izin geldi. Müşrikler Resulullah’ın (s.a.s) Medine’ye göç etmesini engellemek istiyorlardı. Çünkü onun başka bir yere yerleşmesi İslâm’ın yayılışını hızlandıracaktı. Bunun için aralarında toplanarak ne yapacaklarını müzakere ettiler. Peygamberimizin (s.a.s) sürgüne gönderilmesi, hapse atılması ve öldürülmesi de dahil pek çok plan üzerinde durdular. Sonunda onu öldürmeye karar verdiler. Ancak Hâşimoğulları’nın kan davası gütmesini engellemenin de bir yolunu bulmaları gerekiyordu. Bir plan yaptılar. Her aileden bir kişi seçilecekti. Bu kişiler hep birlikte Hz. Muhammed’i (s.a.s) geceleyin yatağında uyurken öldürecekti. Böylece Hâşimoğulları bütün Mekke’yi karşısına alamayacaktı. Kendilerince kusursuz bir plan yapmışlardı. Fakat görevli kişiler suikast hazırlıklarına koyulduğu sırada, Hz Peygamber (s.a.s) durumdan haberdar oldu.

 Müşrikler bütün düşmanlıklarına rağmen, Hz. Muhammed’in (s.a.s) dürüstlüğüne güvenmiş ve emanetlerini ona teslim etmişlerdi. Peygamberimiz (s.a.s) suikast gecesinde kendisinde bulunan emanetleri sahiplerine iade etsin diye Hz. Ali’ye bıraktı. Suikastçileri yanıltmak için de Hz. Ali’den o gece kendi yatağında yatmasını istedi. Ona “Benim yatağımda yat ve uyu. Sana onlardan zarar gelmeyecek” dedi. Gece yarısı, kendisini öldürmekle görevli olan grup kapının önünde beklerken o, Yâsin sûresinden âyetler okuyarak evden çıkıp gitti. Onu kimse göremedi. Müşrikler Hz. Muhammed’in (s.a.s) çoğu geceler ibadet etmek için Kâbe’ye gittiğini biliyorlardı. Niyetleri dışarı çıktığında onu öldürmekti. Eve girmek istemiyorlardı. Zira gece yarısı, kadınların da bulunduğu bir eve girmeyi şerefsizlik olarak kabul ediyorlardı. Bu yüzden sabaha kadar beklediler. Geceleyin içeriye baktıklarında Resûlullah’ın abasına bürünüp yatan Hz. Ali’yi görmüş ve Hz. Muhammed’i (s.a.s) gördüklerinden hiç kuşku duymamışlardı. Nihayet Hz. Ali sabah namazına kalktığında durumun farkına vardılar. Hz. Muhammed’i (s.a.s) ellerinden nasıl kaçırdıklarını bir türlü anlayamadılar. Bu durum karşısında hayıflanmaktan başka bir şey yapamadılar.

 Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) evden ayrılıp dostu Hz. Ebubekir ile buluştu. Birlikte yola çıktılar. Müşrikleri şaşırtmak için Medin’nin bulunduğu istikamete zıt yönde ilerleyerek Sevr dağına gittiler ve bir mağaraya gizlendiler. Hz. Peygamber’in (s.a.s) Mekke’den ayrıldığını anlayan müşrikler de hemen harekete geçtiler. Yanlarına iz sürücüleri alarak takibe başladılar. Mağaranın kapısına kadar geldiler. Ancak mağaraya girmediler. Çünkü bir örümcek, mağaranın ağzını kapatacak şekilde bir ağ örmüştü. Ayrıca bir çift güvercin de mağaranın ağzındaki bodur bir ağacın dalları arasına yuva yapmıştı. Bunu gören müşrikler mağaranın içinde kimsenin olmayacağını düşünerek geri döndüler.

 Resulullah (s.a.s) ve arkadaşı Ebu Bekir mağarada üç gün kaldılar. Üç günün sonunda Sevr dağının eteklerinde Abdullah b. Uraykıt ile buluştular. Mekke’den ayrılmadan önce kılavuzluk yapması için onunla anlaşmışlardı. Abdullah b. Uraykıt müşrikti, ancak güvenilir ve mert bir kişiydi. Hz. Ebu Bekir’in ona emanet ettiği develeri de beraberinde getirmişti. Böylece zorlu bir yolculuk başladı. Kimsenin pek bilmediği bir güzergâhı izleyerek yola devam ettiler. Bazen sarp geçitlerden geçtiler, bazen çölün ortasından… Kutlu yolculuk sürerken Yesribli Müslümanlara Hz. Peygamberin (s.a.s) Mekke’den ayrıldığı haberi ulaştı. Yesrib’deki Müslümanlar, her sabah kalkıp onun yolunu gözlüyorlardı. Nihayet beklenen misafir Yesrib’e yakın bir mesafede bulunan Kubâ’ya ulaştı. Peygamberimiz (s.a.s) burada birkaç gün kaldı ve bir mescid yaptırdı. Bir cuma günü de buradan ayrıldı. İlk Cuma namazını yolda Benî Sâlim yurdundaki Rânûnâ vadisinde kıldırdı ve ilk hutbeyi okudu. Peygamberimiz (s.a.s) ve beraberindekiler namazdan sonra Medine’ye doğru yola devam ettiler. Yol, Yesrib’e ulaştı. Artık Yesrib, Yesrip olarak kalmayacak; “Medineü’r-resûl” adını alacaktı; yani Peygamber şehri.

 2.3.Hicretin Gayesi ve Ruhu

Hicretin gayesi; mü’minlerin hürriyetlerini ve şereflerini koruyarak iman, ibadet, tebliğ görevlerinin hürriyet ve adalet ortamında yapmalarını sağlamaktır. Hicretin gayesini kısaca iki madde halinde belirtebiliriz: 1- Mekkeli müşriklerin Müslümanlara karşın baskılarını artırmaları ve İslâmiyet’in Mekke’de yaşanamaz duruma gelmesi. 2- İslamiyet’in Mekke’de yayılma alanının kalmaması ve Hz. Peygamberin İslâmiyet’i farklı yerlere yayma arzusuna Cenab-ı Allah tarafından izin verilmesi.

 Biraz da hicret ruhundan bahsedelim. Hicret bir harekettir, bir göçtür. Bu Allah’ın koymuş olduğu bir kanundur. “El bereketü fil hareke” yani, harekette bereket vardır. Bu kanun maddi ve manevi anlamda kapsayıcıdır. Kumun içerisindeki bir atom bulunduğu yerden hicret ediyor, bitki oluyor, hayvan oluyor. Oradan da yolculuğa devam ediyor bal gibi meyveler, süt ve et oluyor. Orada da durmuyor, insan vücuduna hicret ediyor. Eğer insan o nimetlere şükreder, namazını kılarsa ve günahlardan kaçınırsa, onunla beraber Cennete hicret etmiş oluyor.

 Hicret, hareket, göç çok kapsayıcı bir hakikattir. Tâ ezelden ebede, âlem-i Vücupdan âlem-i imkâna, daire-i ilimden daire-i kudrete, tâ Cennet’ten Dünya’ya, tekrar Dünya’dan Cennetlere kadar olan değişimleri muhtevidir. Yolları ıstıraplı da olsa hicret güzeldir. Denizin altından veya üstünden, kuyunun dibinden, çölün ortasından da olsa hicret kârlıdır. İlk peygamber Hz. Âdem’in dünyaya hicretinden tutun bütün peygamberlerin bütün Allah dostu maneviyat büyüklerinin hayatlarında ve manevi terakkilerinde hicret yer alır. Zaten, hakiki lezzet ve neşeler; elem ve ıstırapların, meşakkat ve musibetlerin arkasındadır. Bediüzzamanın deyimi ile “zevâl-i elem lezzettir”, “rahat zahmette, zahmet rahatta”dır.

 Hicret tarih sayfalarında kalmış, basit bir olay değildir. Seyyid-ül Enbiya’nın (s.a.v.) doğuşu ile kainatın şekli nasıl değişti ise, O’nun hicreti ile de âlemde kutsi bir hareket ve bereket başladı. Bu müstesna hareket ve feyz ile bütün kapılar O’na açıldı (www.mehmedkirkinci.com):

 - Evet, O’nun hicreti meşakkat ve ızdıraplar içerisinde Allah’a giden yol.

- O’nun hicreti, kıraç arazilerden, dikenli gül bitkilerinden, humuslu ve bereketli topraklara intikal, gülistanlara geçiş…

- O’nun hicreti, istikbalde intişar edecek İslâm’ın kemâlat ve füyüzatını çekirdeği ve esası…

- O hicretin semeresi, müstakim insanların, sadıklar kervanının yürüyüşü…

- O hicretin esası, muhabbet-i İlâhiye için kavruluş, Allah uğrunda candan canandan geçiş…

- O hicretin gayesi, Rabbin rızasına iltica… Azim bir gaye için yürüyüş…

- Evet. O hicret, küfrün bel kemiğini kıran teşebbüs… Cerağ-ı hakikati yakan, aleme feyz ve nur saçan bir meş’ale…

 2.4.Hicretin ve Muhacirlerin Değer ve Şerefi

Kur’anda ve din için gösterilen gayretlerde hicret, büyük bir fedakârlık ve dini gayret göstergesi olmuştur. Gerek peygamberler tarihinde, gerek İslâm Tarihinde ehemmiyetli örnekleri vardır. Mesela: Hud (a.s) bir tarafa; Salih (a.s) Şam, Filistin, Mekke’ye; İbrahim (a.s) Şam, Mısır ve Kenan iline; Lut (a.s), İbrahim (a.s)’ın yanına; Şuayb (a.s), Mekke-i Mükerreme’ye; Musa (a.s)’ın Tih sahrasına hicretleri gibi…

 Hz. Peygamber'in Mekke'den Medine'- ye hicretiyle İslam tarihinde yeni bir dönem başlamıştır. Hadise sadece bir mekân değişikliği boyutunda kalmamış, İslam'ın daveti, teşri faaliyeti ve siyaseti açısından bir dönüm noktası olmuştur. Bu sebeple hicretin ve muhacirlerin değer ve şerefinden bahseden pek çok ayet ve hadis vardır.

 Mekke’deki zulümden kaçarak, Medine’ye İslâm’ı yaşamak için giden Mü’minler Kur’an’da “Muhacirler” olarak anılmışve Allah’ın onların kötülüklerini örteceği (Âl-i İmrân, 3/195), onlardan razı olduğu, onlar için Cennetler hazırladığı (Tevbe 9/100), onların hakîkî mü’minler olduğu (Enfal, 8/74), Allah’ın katında derecelerinin büyük olduğu (Tevbe, 9/20), ve Allah’ın rahmetine mazhar olacakları (Bakara, 2/218) bildirilmiştir. Çünkü muhacirler; imanları uğruna yurtlarını terk etmişler, Allah yolunda eziyetlere uğramışlar, müşriklerle savaşmışlar (Âl-i İmran, 3/195), mallarını ve canlarını ortaya koymuşlardır (Enfal,8/72). Allah’a kulluk etmesi için yaratılan (Zâriyat, 56/51), ancak bulunduğu yerde bu görevi getiremeyen, ibadet edebileceği bir yere de hicret etmeyen böylece nefsine zulmeden insan Kur’an’da kınanmıştır (Nisa, 4/97). “Allah yolunda hicret eden kimse yer yüzünde gidecek çok yer bulur, bolluk bulur…” Nisâ, 4/100). Çünkü “Allah’ın arzı geniştir” (Zümer, 39/10). (Karagöz, 2010: 257). Bir ayette daha açık bir ifade ile şöyle denilmektedir (Tevbe 9/100).: "Öne geçen ilk muhacirler ve ensarla onlara güzellikle tabi olanlar, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. Allah onlara içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur" (Karagöz, 2010: 257).

 Hz. Peygamber de ensara karşı yaptığı bir konuşmada, "Eğer hicret şerefi olmasaydı ben muhakkak ensardan bir fert olmak isterdim" diyerek (Müsned, ll, 315; Müslim, "Zekât", 139) muhacirliğin şerefinin yerini hiçbir şeyin tutamayacağını belirtmiştir. Bütün müslümanlar da hicrete ve muhacirlere ayrı bir değer atfetmişlerdir. Sahabeyi tabakalara ayıran İslam âlimleri ilk sırayı daima muhacirlere vermişlerdir (Önkal, 1998-TDV/İA-17.Cilt: 460).

 2.5.Hicretin Sonuçları

Hicretin sonuçlarını da kısaca şu şekilde belirtebiliriz:

1- Müslümanlar Mekkelilerin eziyet ve baskılarından kurtulmuştur.

2- Muhacirlerle Ensar kardeş edilmiştir. Böylelikle Müslümanlar aralarında toplumsal yardımlaşma artmıştır.

3- Müslümanların Medine’ye yerleşmeleri Mekkelilerin Şam ticaretini tehlikeye sokmuştur.

4- Medine’de İslâm devleti kurulmuştur.

5- Müslümanlarla Yahudiler aralarında ittifak kurulmuştur. Bu yurttaşlık antlaşması İslâm tarihinin ilk anayasasıdır.

6- İslâmiyet Medine’de çabucak yayılmış, kısa zamanda tüm Arap yarımadasına hitap etmiştir.

7- Müslümanlar büyük bir siyasal kuvvet haline gelmişlerdir. Böylece Hudeybiye Anlaşmasından sonra Mekke’nin Fethi için gerekli şartlar oluşmuştur.

 Allah (c.c.) Hz. Muhammed’e (s.a.v) her an öldürülmek durumunda iken hicret ettiği Mekke’ye, kan dökmeden girip ölü kalpleri diriltmeyi nasip etmiştir. İnsanlık tarihinde böyle bir olayın başka örneği yoktur.

 2.6.Hicri Tarih

Peygamber Efendimiz Medine’ye hicret ettiklerinde, Müslümanların kullandıkları kendilerine mahsus bir tarihleri yoktu. Bunun üzerine Efendimizin hicretini başlangıç kabul ederek, “Resulullah’ın gelişinden bir ay, iki ay sonra…” diye hicri tarih kullanmaya başladılar. Peygamberimizin dar-ı bekaya irtihaline kadar bu suretle kullanıldı. Fakat sonra kesildi kullanılmadı. Ha. Ebû Bekir’in hilâfeti zamanı ile Hz. Ömer’in hilafetinin dört senesi böyle geçti. Sonra resmî muameleler ve medenî münasebetlerin vakitlerini belli etmeye ve tayinine ciddi gerek duyuldu.

 Bunun üzerine Hz. Ömer ashabı topladı, onlarla istişare etti. Sa’d b. Ebî Vakkas Hazretleri, peygamberimizin vefatı zamanının esas alınmasını; Talha b. Ubeydullah Hazretleri, efendimizin peygamber olarak gönderiliş tarihini; Hz. Ali Resûl-i Kibriya’nın Medine’ye hicretlerini; başkaları ise doğun gününün tarihe başlangıç olarak kabul edilmesini teklif ettiler.

Şûra neticesinde Hz. Ali’nin teklifi üzerine ittifak edildi. Ancak hangi ayın başlangıç olarak kabul edileceği hususunda bir mutabakata varılmadı. Abdurrahman b. Avf Hazretleri “haram aylar”ın ilki olduğu için Recep ayını, Talha b. Ubeydullah, Müslümanların mübarey ayıdır diye Ramazan ayını; Hz. Ali ise, sene başıdır diye Muharrem ayını başlangıç olarak teklif etti. Bu hususta da yine Hz. Ali’nin teklifi kabul edildi. Böylece, kamer senesi esas ve hicret tarihi başlangıç kabul edilerek, Müslümanlar kendilerine mahsus bir takvim tanzim etmiş oldular (Suruç, 2016: 322-323).

 3.FETULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ VE İSTİSMAR ETTİĞİ KAVRAMLAR

Bu başlık altında önce kısaca Fetullahçı Terör Örgünü lideri ve örgütün gelişmesi hakkında kısa bilgi verilecektir. Sonra istismar kavramı üzerinde durularak, FETÖ’nün istismar ettiği kavramlara örnekler verilmiştir.

 3.1.Fetullahçı Terör Örgütü’nün Ortaya Çıkışı ve Gelişimi

Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ), günümüzde Türkiye’nin yüz yüze kaldığı en önemli güvenlik, sosyo-ekonomik, sosyo-politik, sosyo-psikolojik sorunlarından bir tanesidir. 15 Temmuz gecesi ve öncesinde gerçekleştirdikleri eylemlere bakıldığında örgütün yapabileceklerinin herhangi bir sınırının olmadığı anlaşılmaktadır. FETÖ’nün örgüt yapısına ve eylemlerine bakıldığında verilen her emri harfiyen yerine getiren biyonik robota dönüşmüş bir insan kaynağına dayandığı görülmektedir.

 FETÖ’nün kırk yıllık geçmişine baktığımızda örgütlenmesini gerçekleştirme ve kendini meşrulaştırma konusunda en çok dinî değerleri kullandığı ve kendisine dinî bir cemaat görüntüsü vermeye çalışmıştır. Örgüt üyelerinin anlattıkları rüyalara bakıldığında elebaşının dinsel pozisyonunun Hz. Peygamberle bazen eşit bazen ise üstün olarak kurgulandığı görülmüştür. FETÖ elebaşının sahip olduğu bu otorite üzerinden kendisini sözde dinî bir yapı olarak tanımlayan bu örgütün İslam’ın temel kurallarına aykırı birçok eylemi ve suçu kolaylıkla işleyebildikleri görülmüştür (Kuyaksil, 2018: 9). Nasıl ki DEAŞ İslam’a ve İslam’ı yaşamaya çalışan, ona hizmet etmek isteyen Müslüman kişi ve gruplara zararı olmuştur. FTÖ’nün de Türkiye’de zararı dünyevi ve siyasi bir gaye peşinde gitmeyen, İslam’ı anlatmak ve yaşamak isteyen tarikatlar, cemaatler ve özellikle Risale-i Nur Külliyatını okuyan gruplar üzerinde olmuştur.

 Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ), dış güçlerin Truva atıdır. Görünüşte Müslüman ve Türkçe konuşmaktaydı. Zahire göre hüküm veren Türkiye ve birçok İslâm ülkesi, “Türkiyeli” kisvesine bürünmüş FETÖ ve işbirlikçilerine herhangi bir engel çıkarmadı. Devlet kurumlarına bu örgüt yanlıları sızmaya başladı. 1960’lı yılların sonlarında çıkan ve karanlık yabancı eller tarafından büyütülen FETÖ işbirlikçileri; “Türkçeyi yayıyoruz, ahlaklı ve dindar insanlar yetiştiriyoruz” diye halkı yanılttılar. Özellikle 1980’den sonra değişik siyasi iktidarların desteğiyle emniyet, yargı, ordu, eğitim müesseseleri başta olmak üzere devletin değişik kurumlarında kimliklerini gizleyerek yapılandılar. Paralel bir devlet yapılanması kurdular. Bin yıl önce Ortadoğu’da terör estiren Hasan Sabbah’ın fedaileri Haşhaşilere benzeyen FETÖ’cüler, 2007’den itibaren devleti tamamen ele geçirmek için harekete geçtiler. Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk gibi davaları kendi yandaşlarının önünü açmak için kullanarak ve birçok subayı bu davaya katarak tasfiye ettiler. Orduda stratejik yerlere ve operasyonel birliklerin başına getirilen, askerlik gibi şerefli bir mesleği hak etmeyen FETÖ yanlıları, 15 Temmuz 2016’da Pensilvanya’daki lideri Fetullah Gülen’den aldıkları emirle seçilmiş olan iktidarı devirip Türkiye’yi işgal etmek için harekete geçtiler (Afyoncu: 2016:7-8).

Ülkemiz 15 Temmuz 2016 gecesi, siyasi tarihimizin en büyük ve en kanlı ihanet girişiminden birine maruz kalmıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri içine sızan Fetullahçı Terör Örgütü üyesi asker elbisesi giymiş bir grup terörist, milletimizin ve devletimizin kendilerine emaneti olan silahları, asıl sahiplerine doğrultarak milli iradeyi gasp etmeye ve ülkemizi teslim almaya çalışmıştır (Erdoğan, 2016: 1).

 Fetullahçı terör Örgütü’nün istismar ettiği kavramlara aşağıdaki alt başlıkta değinilecektir. Burada FETÖ’nün gelişim ve ortaya çıkışını Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur Hizmeti bağlamında kısaca aktarmayı faydalı görüyoruz. Çünkü konu ile ilgili özel bir merak ve araştırma yapmayan halkımız, hâkim, savcı ve güvenlik hizmetleri personeli tarafından zaman zaman yanlış anlaşılmalar ve mağduriyetler söz konusu olmaktadır (Alpdoğan, 2018):

 Bediüzzaman devlet idaresi ve siyasete karışmamıştır. İman hakikatlarının izah ve ispatı temel hedefi olmuştur. Fertlere tahkiki imanı kazandırmayı hedeflemiştir. Kuvvetli, tahkiki bir imana sahip olan mü’mini, dünyevi hiç bir cereyan kandıramazdı çünkü. Tıpkı sahabe-i kiram hazeratının imanı gibi. Bu büyük dava adamı susturulamamış, mağlup edilememiştir. Fikirleri ve eserleri vatan sathına ve âlem-i İslam aktarına yayılmıştır. Gönüller ve akıllar üzerinde büyük tesirler husule getirmiş ve getirmeye devam etmektedir. Şahsa bağlı bir hareket olmayıp, fikir ve Risale-i Nur Külliyatı odaklı bir iman davası olduğundandır ki, vefatı ile hizmeti durmaz, artarak devam eder (Alpdoğan, 2018).

 3.1.1.Sağdan Yaklaşma Dönemi

İfsat komitelerinin hapis, işkence, sürgün, tarassut gibi cepheden hücüm yöntemi ile durduramadıkları Bediüzzaman ve onun eserleri Risale-i Nur’a karşı, vefatından sonra, bu defa “sağdan yaklaşma” metodunu uygulama koydukları anlaşılıyor. Bu münafıkâne bir yoldur. Bu taktik, asr-ı saadatte de uygulanıp netice alınmış bir taktiktir. Biraz uzun zaman gerektiren, başlangıçta herkesin anlayamayacağı, anlayanların da diğer insanları ikna etmekte zorlanacağı, ancak sürecin tamamı görüldüğünde farkedilebilen, fark edildiğinde de artık yapacağı tahribatı yapmış olan bir taktik. İslam halifesi Hz. Ömer ve emsali sahabelerin bile keşfedip fark edemediği münafıkların çağdaş versiyonları devreye sokulur

27 Mayıs darbecileri Diyanet İşleri Başkanlığından Bediüzzaman ve Risale-i Nurlar aleyhine fetva isterler. Hiç bir Başkan bunu kabul etmez. Bu baskıların yapıldığı dönemlerde Diyanette 1960-1965 arasında beş başkan değişir. Bu sürede değişmeyen bir başkan yardımcısı vardır, bu kişi ‘Yaşar Tunagür’dür. F. Gülen’i diyanette koruyan kimsedir (Alpdoğan, 2018).

 1955 yılından Erzurum’da Nur Talebeleri ile Fetullah Gülen adında bir medrese talebesi tanışır. Çok sık olmasa bile temasını devam ettirir. O yıllarda her Nur Talebesinin ziyaret edip, görüşmek ve dersinde bulunmak için can attığı Bediüzzaman'ı, Kürt olduğu gerekçesiyle gidip ziyaret etmek istemediğini sonraki yıllarda kendisi ifade eder. Aradan zaman geçer, Üstad vefat eder. F. Gülen, Diyanetin imtihanlarına girer ve imam olarak Edirne’ye atanır. Edirne’de Amerikalılarla tanıştığını söyler. Sınav belgesinde tahrifat yapılarak1964 yılında vaiz olarak İzmir’e getirilir. (Diyanet İşleri eski başkanı Mehmet Görmez'in açıklaması). Bu süreçlerde Yaşar Tunagür, Diyanet İşleri Başkan yardımcısıdır ve Gülen'in hamisidir. F. Gülen, İzmir de Nur Talebeleri ile temas kurar, Risale-i Nur derslerine iştirak eder, eline kitap verildiğinde okur.

Kestanepazarı Kur’an Kursu’nda kalır. Vaazlarında sahabenin fedakârlığı üzerinde durur, hislere hitap eder, gözyaşı döker. Talebelerine Risale-i Nur’ların imani bahislerini okutur, ancak, Risale-i Nur hareketinin istikamet çizgisini belirleyen lahika kitaplarından ve ictimai meselelere dair bahislerinden uzak tutar. Etrafta yavaş yavaş Mehdi olduğu, hatta Hz. İsa olduğu yönünde rivayetler dolaşır. Kendisine, bu duruma neden meydan verdiği sorulduğunda, tevilli cevaplar verir. Şahsiyetini öne çıkarması, Risale-i Nur’ un hizmet düsturlarına uymayan tarzı, Nur Talebelerinin ileri gelenlerinde rahatsızlığa sebep olmakla birlikte, mademki, Risale-i Nurdan istifade ediyor diye, bazı Nur Talebelerince hepten tavır konulmaz, zamanla düzelmesi umulur.

 Fetullah Gülen 12 Mart 1971 muhtırası sonrası sıkıyönetim döneminde Nur Talebeleri ile birlikte İzmir’de tutuklanır. Mahkeme savunmalarında, şahsının kurtulmasından ziyade, Risale-i Nurları savunan Nur Talebeleri gibi bir savunma yapması beklenirken, kendisini kurtarmaya dönük savunma yapması diğer Nur Talebelerinde hepten hayal kırıklığına sebep olur. Duygusal kopuş artar. Hapis sonrası kendi yolunu çizeceğini, ayrı hizmet yapacağını söyleyerek yolunu ayırır.

3.1.2.Müttaki Bir Tavırla Meşruiyet Sağlama Dönemi

Ayrılma sonrası, ayrılmaya sebep olarak, Üstadın Talebelerinin onun yolundan sapmaya başladığını, Nur Dersanelerinde eskiden hasır serili iken, kilim serilmeye başlandığını, sonraları halı serildiği, onunla da yetinilmeyip koltuk, kanepe de konulduğu, halbu ki, kendisinin “Ebu Zer” gibi yaşadığını, bunun için imtizaç edemeyip ayrıldığını söyler. Vaaz verdiği Cami cemaatinden ve hocalık yaptığı Kur’an Kursu talebelerinden İzmir merkezli bir cemaat oluşturmaya başlar. 1970 li yıllarda Ege Bölgesinde faaliyet gösterirken, yetmişlerin sonuna doğru diğer bölgelere de yayılmaya başlarlar. Hitap ettikleri insanlara, kendilerinin de Risale-i Nur okuduklarını söyleyerek celp edip, F. Gülen’in vaaz kasetlerinin merkeze alındığı bir hizmet tarzı yürütürler. Risale-i Nurları okuduklarını göstermek için kitaplıkta bulundururlar, ancak dışını gözükmeyecek şekilde kaplarlar. Gerekçe olarak da, bazı insanların Risale-i Nur’dan hapse atılma korkusu ile çekindiğini, onun için görünür olmasını istemediklerini söylerler (Alpdoğan, 2018). Mensupları tâ o yıllarda sahabe adlarından kod isimler kullanırlar. Gerekçe olarak da, Devletin durumu mâlum diyerek, zarar görmemek için bunu yaptıklarını söylerler. Aslında o yıllarda dahi cemaat kisveli “örgüt” teşekkül etmektedir.

 İçinde alkol var diye kola içilmez, içinde domuz yağı olabilir diye margarin ile yapılan pastalar yenmez (Keleş, 2016: 43). Hazır tavukların nasıl kesilip temizlendiği belli değil diye içinde tavuk eti olan yemek yemezler. Gece teheccüt namazına kalktıkları söylenir. Beş vakte ilave olarak akşamdan sonra evvabin namazı kılarlar. Suret caiz değil diye Sızıntı Dergisinde bastıkları insan fotoğraflarının boğazına çizgi çekerler. Kızların üniversite okumasına karşıdırlar. Tesettürün tam olabilmesi için el ve ağzın da kapatılması gerektiğini söyler ve uygularlar. Tesettürlü olanlar üniversitede okuyamıyorlar, başörtüsüz olarak okusalar da ilerde bir hizmete vesile olsalar diye fetva isteyenlere “Başörtüsü farzdır. İlerde hizmete vesile olmak ise bir ihtimaldir. İhtimal için farz terk edilemez, terk edene de ben bacım diyemem” diyordu F. Gülen. Bu dönem evlenirken kimse fotoğraf çektirmezdi. Bediüzzaman’ın hayatını anlatan kitabın içerisindeki Said-i Nursi’nin fotoğraflarını bile kestirip attırırdı. Latif Erdoğan’ın ifadesi ile TRT’nin televizyon yayınlarına başladığı ilk yıllarda televizyon muhalefeti yapılarak, evlerinde televizyon anteni gördükleri tanıdıklarla selamı kesme kararı alıp uygulanıyormuş (Veren, 2016, 71; Erdoğan L., 2016:143).

Seksenli yıllarda Dershanecilik sektörünün gelişmesinden istifade ederek dershanecilik işine girmeleri, okullar ve yurtlar açmaya başlamaları, geniş kitlelere ulaşmalarını sağlar. Peşinden Gazete ve Televizyon sahibi olmaları, reklam ve propaganda imkânlarını genişletir. Risale- i Nurları okuduklarını söyledikleri halde Risale-i Nur’un hizmet düsturları ile uyuşmayan halleri, Nur Talebeleri tarafından eleştirildiğinde, bu eleştirileri dinleyen üçüncü kişiler; “adamlar sizden daha takva yaşıyorlar, sizin yapamadığınızı yapıyorlar, siz yapamadığınız için kıskanıyorsunuz” tepkisini verirler. Halbuki, Nur Talebeleri cemaat olarak, F. Gülen grubunun yaptığı okul, dershane, banka ve diğer ticari faaliyetleri yapmak isteyip de yapamamış değillerdi. Bu tür faaliyetlerin cemaat olarak yapılmasına karşıydılar. Bu tür faaliyetleri ancak, şahısların kendi adlarına yapabileceklerini savunuyorlardı. Çünkü Risale-i Nur hizmetinin dünyada hiçbir şeye alet edilmemesi gerektiğini, esaslı bir hizmet düsturu olarak kabul ediyorlar ve uygulamaya çalışıyorlardı.

 Nur Talebeleri o yıllarda da F. Gülen grubunun tarzlarının yanlış olduğunu dile getiriyorlar, ancak propaganda ve şaşaalı gözüken faaliyetlerinin gölgesinde kaldığı için tesirli olmuyordu. Yoksa F. Gülen'e karşı ilkesel anlamda en tutarlı eleştiriyi, o yıllarda dahi Nur Talebeleri yapmışlardı. Bu durumun, dışarıda yeterince bilinip fark edilmemesinde Nur Talebelerinin hizmet tarzı olan “ müsbet hareket” düsturunun da payı vardır. Müsbet hareket düsturu; “başka meslek ve meşreplerin adaveti yerine, kendi meslek ve meşrebinin muhabbetiyle hareket etmek” demektir. Yani başkasının yanlışı ile uğraşmak yerine kendi doğrusunu yapmaktır (Kuyaksil, 2018: 208-225). 

Risale-i Nur’u da kullanarak, doksanlı yıllara kadar olan dönemlerde sergiledikleri tavır ile millet nezdinde kabul görürler. Bu kabul ve hüsnü zan neticesinde yanlış hareketleri de iyi niyetle karşılanır. Cumhuriyet döneminde, Devletin dine ve dindarlara karşı olumsuz tavrı, bunların bazı yanlışlarının, dindar camia tarafından açıkça eleştirilmesini engeller (Alpdoğan, 2018). 

3.1.3.Gerçek Yüzün Ortaya Çıkmaya Başlaması: “Açılım”

Doksanlı yılların ortalarına doğru yeni açılımlar yapmaya başlanır. Artık tesettür, füruat olmuştur. Başörtüsü çıkarılmış, hatta hizmet gerektiriyorsa bikini bile giyilebilirdi. Kola içmemeyi bırakın, gerektiğinde alkol bile içilir hale gelmişti. Margarindeki domuz yağı artık problem bile değildi. İnsan fotoğrafının caiz olup olmamasını tartışmak şöyle dursun, açık-saçık kadınların görüntüsü gazete ve televizyonlarının reklamlarında kullanılıyor ve “hizmet”için para kazanılıyordu. F. Gülen'in, Nur Talebelerinden ayrılmaya gerekçe gösterdiği “Ebu Zer” hayatı yaşama tutkusu, mazide tatlı bir anı olarak kalmıştı. Artık gazetelere, televizyonlara, bankalara, ticari şirketlere sahiptiler. Altlarında son model arabalar, üzerlerinde pahalı elbiseler vardı. Çünkü “hizmet” öyle gerektiriyordu. Ordu, Emniyet, Yargı başta olmak üzere Devletin kritik kurumlarında kadrolaşma tamamlanmış, devlet imkânları örgüt amacı doğrultusunda kullanılır olmuştur. Bunlara yakın olmadan kamu görevine girebilmek, yükselebilmek, iş ve ekonomik hayatta başarılı olabilmek, zor görülmeye başlanmıştır. Bu realite, onlara kalben taraftar olmayanlarda bile, onlara yakın olma zaruretini doğurmuştur (Alpdoğan, 2018).

 Bu aşamada, Risale-i Nur açısından bakıldığında ilginç bir durum söz konusudur. Geçmiş yıllarda, kendilerinin de Risale-i Nur okuduklarını söylemekle birlikte, nazarların o tarafa çevrilmemesi için Risale-i Nur eserlerini itina ile görünür olmaktan uzak tutmakta ve dışı kaplanmış halde ancak bulundurmakta idiler. Kamu ve özel kurumlarda etkili oldukları yeni dönemde F.Gülen’in konuşmalarını yayınladıkları televizyon programlarında Gülen’in hemen arkasında, omuz hizasındaki kitaplıkta Risale-i Nur eserlerini görünür şekilde vermeleri dikkat çekiciydi. Tıpkı, DEAŞ’ın kelle kesme videolarında, arkada fon olarak kelime-i tevhid bulunan bayrağın ihmal edilmemesi gibi. Yeni dönemdeki sahiplenme ihtiyacının sebebi ne olabilirdi? Hâlbuki artık muktedir durumdaydılar, toplumsal meşruiyet için referans olacak böyle bir sahiplenmeye de ihtiyaçları yoktu. Bundan sonra müntesiplerine Risale-i Nur’ları okutmayı hedeflediklerini düşündürecek bir tavırları da yoktu. Çünkü Risale-i Nur’ları okumayı hepten bırakmışlardı. Artık F. Gülen’in kitap serisi vardı ve müntesiplerine ısrarla onları okutuyorlardı. Yeni dönemde, televizyon ekranlarından görünür şekilde, Risale-i Nurları sahiplenme görüntüsünün sebebi kısa süre sonra anlaşılacaktı. Sadeleştirme adı altında, hem muhteva, hem de üslup bakımından, Kur’an-ı Hakîm’in muhteşem bir tefsiri olan Risale-i Nur’ları tahrif.

 2010-2011 yıllarında, artık açıktan açığa söyledikleri şuydu; Risale-i Nurlar anlaşılmıyor, biz anlaşılır hale getireceğiz. Hâlbuki kendiler zaten okumuyorlardı, okuma ihtiyacı da duymuyorlardı. Bu durum, namaz kılmayanların, anlaşılmıyor diye ezanı Türkçeleştirmelerine benziyordu. F. Gülen, geçmiş dönemlerde Üstad Bediüzzaman’dan bahsetmesi gerektiğinde, Üstadın adını zikretmez ve onun yerine “Söz Sultanı” derdi. Söz sultanı diye vasıflandırdıkları zat, birden anlaşılmaz olmuştu! Kendileri anlaşılır hale getirecekti! İkiyüzlülük zirvedeydi. Münafıkane bu taktik neticesinde maalesef, asr-ı saadetteki bazı olayların, ahir zamandakilerle paralellik taşıdığını görüyoruz. Bulunduğumuz noktadan geriye doğru baktığımızda, her iki zamandaki ifsad faaliyetlerinin arkasındaki aklın, aynı akıl olduğu anlaşılıyor. Sahabe-i güzin, o zamandaki müfsid münafıkları, tam olarak nasıl keşfedemedi ise günümüzde de o sebeple tanınmadılar. Onun için, gerek siyasilerin, gerek ilim çevrelerinin ve dindarların FETÖ'ye karşı neden daha önce tavır almadıklarını sorgulamak hakkaniyetle bağdaşmaz.

 Risale-i Nur’u sahiplenir görüntüsü vermenin ikinci amacı da vardı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana gelmiş geçmiş hükümetler arasında en dindar ve dine hürmetkâr olan Ak Partidir. Bu parti ile girmeyi planladıkları kavgada bir siper ihtiyacı duymalarıdır. Kavgada kendiler galip gelirse, zaten Ülkeye sahip olacaklar ve Risale-i Nur’ları hepten tahrif edeceklerdi. Mağlup olurlarsa da, Risale-i Nurlar, FETÖ nün sahiplendiği kitaplardır, bunları okuyanların hepsi aynı, bunların birbirinden farkı yok algısını oluşturup, AK Parti Hükümetine Nur Talebelerini ezdirmek hedefi vardı. Yani bu kavgada Nurcular da benim yanımdalar ve hükümete karşılar mesajı verilmek isteniyordu. CHP zihniyetinin cepheden yapamadığı şeyi, sağdan yaklaşmak suretiyle AK Parti eliyle yaptırmak. Onun için AK Parti Hükümetinin Diyanet vasıtasıyla Risale-i Nurları sahiplenmesinden hiç hoşlanmadılar. Hatta o tarihteki Diyanet İşleri Başkanı Sayın Mehmet Görmez aleyhine başlattıkları yıpratma kampanyasının önemli bir sebebi buydu. AK Parti Hükümetinin Risale-i Nur’ları korumayı amaçlayan Kanun çıkarmasını hazmedemediler. AK Parti ve onun İslam kahramanı lideri Tayyip Erdoğan, olayların ve sinsi planların farkında olduğundan bu dessas plan, O’nun feraseti, Allah’ın inayeti ile akîm kaldı (Alpdoğan, 2018).

 Özetle FETÖ amacına ulaşmak için ikiyüzlülük, olduğu gibi görünmemek, kendinden olmayanı aldatmak anlamına gelen takiyye metoduyla kendini gizlemeyi başarmış bir kişi olan F. Gülen önderliğindeki hizmet hareketi, 1970’li yılların başında Nur Cemaatinden ayrılmıştır. Bundan sonra bir strateji doğrultusunda gizli ve hızlı bir şekilde devlet içinde yapılanmaya, devlete sızmaya başlamış ve sonunda devlet içinde bir “güç odağı” haline gelmiştir. Bu güç odağı devletin bünyesinde yer alan hiyerarşik yapı içindeki en tepe ve kritik noktaları ele geçirmiştir. Artık “devleti, paçasından tutup devirmek üzere” liderinin emrini beklemeye başlamıştır. Nitekim bu gücün verdiği rehavetle F. Gülen, sistematize bir halde beyinleri yıkadığı “altın nesil” ile 17 ve 25 Aralık 2013’te bürokratik sivil darbe teşebbüsünde bulunmuştur. Bunda başarı sağlayamayınca da yaklaşık iki buçuk yıl sonra üst aklın verdiği talimatı gündemine alarak 15 Temmuz 2016’da meşru siyasi iktidarı ortadan kaldırmak için “darbe” teşebbüsünü yapmış, daha doğru bir ifadeyle Türkiye’yi ele geçirme, işgal etme girişimine kalkışmıştır (Arslan, 2016: 18-19).

 3.2.Fetullahçı Terör Örgütünün İstismar Ettiği Kavramlar

İstismar kelime olarak; sömürme, kötüye kullanma, bir şeyi haksız yere işletip yararlanma anlamına gelmektedir (Şafak, T.Y:230). Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlükte ise bu anlamlara ilaveten; “birinin iyi niyetini kötüye kullanmak” anlamı da verilmektedir (TDK, 1988: 725).

“Din İstismarı” kavramı; din sömürüsü yapmak, dine dair kavramlar ve değerler yoluyla insanları aldatarak maddi ve manevi çıkar elde etmek yani kendi menfaati için dini kullanmak demektir. Tarih boyunca birçok kişi ve grup, dinin insanlar üzerindeki etkisinden faydalanarak çeşitli kazançlar elde etmeyi denemiş, din tüccarlığı yapmaktan çekinmemiştir. Bu kişi ve gruplar, kimi zaman ayet ve hadislerin anlamlarını çarpıtmış ve ilgili olmadıkları yerde kullanılmış, kimi zaman da onları kendi art niyetlerine alet olacak şekilde yanlış yorumlayarak topluma anlatmıştır. Dini istismar edenlerin bir kısmı ise doğrudan dinin kendisini hedef almış ve insanların İslâm’a yönelmemesi için dini kavramların içini boşaltmayı ve bu kavramları anlam kaybına uğratmayı bir yöntem olarak benimsemiştir. Peygamberimiz henüz hayattayken, Medine’de Mescid-i Nebeviye’ye alternatif olarak bir mescit inşa edilmesi ve Müslümanlar arasında ayrımcılık oluşturulması, din istismarının tipik örneklerinden biridir. Bu yapı Kur’an’da “Mescid-i Dırâr” olarak adlandırılmaktadır. Peygamberimizin bu mescid-i inşa edenlere karşı verdiği sert tepki, günümüzde din istismarına yeltenenlere karşı nasıl davranmamız gerektiğini bize göstermektedir (DİB, 2018: 6-7). 

Din istismarı, kavramları kirleten, değerleri yıpratan, Müslümanları kandıran ve her anlamda sömüren bir olgudur. İslâm’a göre, hiç kimse, aklını, iradesini ve bağımsızlığını bir başkasına kayıtsız şartsız teslim edemez. Maddi imkânlarını, gücünü, makamını, zamanını ve emeğini Allah’ın rızası dışında kişilerin ve grupların çıkarı için harcayamaz. FETÖ, bütün bu ilkelerin aksine hareket ederek, tarihte görülebilecek en büyük örgütlü din istismarlarından birini gerçekleştirmiştir (DİB, 2018: 34). Dini kavram ve değerlerin F. Gülen tarafından hem bizzat sevk ve idare ettiği örgütün din dışı amaçlarını gizleyen bir sütre hem de mensuplarını mutlak sadakatle bağlılığa sevk eden bir araç ya da aparat olarak kullanıldığı şüphesizdir (DİB Olağanüstü, 2016: 47).

 FETÖ’nün istismar ettiği değer ve kavramlar çok fazladır. Bunlardan bazıları tek başına ayrı bir inceleme konusu olabilir (DİB, 2018: 34-47):

-          Allah Teâlâ’nın ismini, sıfatlarını ve ayetlerini istismar etmiştir.

-          Kur’an-ı Kerim’in ayet ve hükümlerini istismar etmiştir.

-          Peygamberimizin hadislerini ve manevi şahsiyetini istismar etmiştir.

-          Sahabe-i Kiramın hayat hikâyelerini istismar etmiş ve onların isimlerini örgüt elemanlarına kot isim olarak kullanmıştır.

-          İbadetleri tahrif ve istismar etmiştir.

-          İmam, Hocaefendi, Cemaat, Hizmet, Himmet vb. İslâmî kavramları istismar etmiştir.

-          Duayı ve bedduayı istismar etmiştir.

-          İslâm âlimlerini, özellikle Bediüzzaman Said Nursi ve Eserlerini istismar etmiştir.

-          Gençlerin enerjisini ve İslâm’a adanma heyecanını istismar etmiştir.

           4.ORTA ASYA’YA YÖNELME VE HİCRET KAVRAMININ İSTİSMARI

Örgüt, 1990’lı yılların başında yurt dışı açılımına başlamıştır. Bu açılım çalışmaları ile özellikle Türk Cumhuriyetlerine büyük önem verilmiştir. Irak’ın kuzey bölgesi de önem verilen yerlerden biri olmuştur. Örgüt yeni kurulan bu ülkelerde Türk mirasının kazanımlarını, örgüt amaçları doğrultusunda kullanarak kendini kolayca kabul ettirmiştir. Yapılan bu çalışmalar sonucu elde edilen başarılar örgütü yeni hedeflere yöneltmiş, Asya’dan sonra Afrika kıtasına da yönelme imkânı vermiştir (Özkan, 2017: 79).

 FETÖ yurt dışında dünyanın 160’a yakın ülkesinde okul, etüt merkezi, kültür merkezi, dil kursu vb. adlarla faaliyet göstermektedir. Türk Cumhuriyetleri ve Bosna-Hersek’te kendisine ait üniversiteler dahi kurmuştur. Resmî dilin İngilizce olduğu bu okulların bazılarında Türkçe, sadece seçmeli ders olarak okutulmaktadır. FETÖ, bu okullar vasıtasıyla bulundukları ülkelerin saygın ve etkin kişilerinin çocuklarını okula kabul edip popülaritesini artırmaya çalışmakta, veliler vasıtasıyla o ülkenin siyasi, ekonomik ve sosyal hayatında etkinlik kurmaya çalışmaktadır. F. Gülen’in yurt dışında okul açmaktaki amaçlarından biri de Anglo-Sakson kültür çevreleri ve küresel güçlere bu yolla hizmet ederek, örgütüne uluslararası meşruluk sağlamaktır. 160 ülkede 1400 adet eğitim kurumuna ulaştığı ifade edilmektedir (Özkan, 2017: 127-128).

 Yurt dışında açılan bu okulların Türkiye, Türkçe ve İslâm dini ile ilgisi olmadığı gibi Allah rızası için toplanan paralar, yurt dışı okullarında İngiliz, Amerikan ve İsrail’in emrine harcanarak, onların istediği şekilde eğitim ve öğretim yapılmaktadır… Bunlar Türk Okulu değil, Fetullah Gülen okullarıdır. Örgüt algı için adını Türk Okulu gibi telaffuz etmektedir. Gerçekte bu okullara aktarılan para, ülkemizin ekonomik kaynaklarının israfıdır… Türkçe Olimpiyatları adıyla yürütülen faaliyetler ise milletin manevi değerleriyle de oynamak suretiyle, toplumda meşrulaşmak için kullanılmaktadır. Gerçekte yurt dışı okullarında Türkçe eğitim verilmemekte, eğitim dili olarak İngilizce kullanılmaktadır (Özkan, 2017: 131-132).

 FETÖ okullarının dağılımı şöyle: Kazakistan (28), Rusya Federasyonuna ait çeşitli bölgeler (24), Özbekistan (18), Türkmenistan (15), Azerbaycan (14), Kırgızistan (10). Bunları Arnavutluk ve Moğolistan (4’er), Afganistan, Irak, Gürcistan, Ukrayna ve Romanya (5’er), Moldova (2); Pakistan, Bangaldeş, Makedonya, Macaristan, Fas, Güney Afrika, Sudan, Endonezya, Tayland, Çin ve Tayvan 1’er okul. Dünyanın uyşturucu merkezlerinden Tayland’ın Çin sınırındaki Çenday kentinde okul ve yurt açmanın Türkiye açısından bir anlamı bulunmuyor. Gülen’in bırakalım Çenday’ı Tayland diye bir ülkenin varlığından haberdar olması bile mümkün değil. Ama CIA tarafından Gülen örgütlenmesine dahil ediliyor… Ve Kırgızistan’da ABD’ye karşı tavır alan ve Rusya’ya yanaşan Asgar Akayev’i deviren Soros Vakıflarıyla Gülen okulları işbirliği yapıyor (Çoraklı, 2016:120-121).

 4.1.Orta Asya’ya Amerika’nın İlgisi

ABD’nin ikinci dünya savaşı sonrası ortaya çıkan soğuk savaşın sonuna doğru Sovyetler Birliğine karşı oluşturduğu “Yeşil Kuşak” projelerinin başta Afganistan ve ülkemiz üzerine olan etkileri inkâr edilemez. Aynı şekilde Komünizmin çöküşü ve Sovyetlerin dağılmaları sonucunda Orta Asya’da ortaya çıkan yeni Türk Devletlerine ve Orta Doğu’da bulunan Müslüman devletlere karşı da ABD ilgi duymaktadır. Türk ve İslâm coğrafyası Türkiye için de tarihi, kültürel, dini ve stratejik açıdan önemli ve ilgi duyulan yerlerdir.

 Türkiye uzun dönem NATO şemsiyesi adı altında stratejik ortaklık olarak ABD ile beraber hareket etmiş ve ortaklığın kendine düşen görevlerini yerine getirmiştir. Aslında ABD ortaklık görüntüsü altında Türkiye’yi kendi ulusal çıkarları doğrultusunda kullanmıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra NATO’nun düşmanlarını simgeleyen rengi Kırmızı’dan Yeşil’e dönüştürülmüştür. Yeşil ise Güneyi, Ortadoğu’yu, Orta Asya’ya kadar uzanan İslâm ülkelerinden oluşan bir coğrafi alanı simgelemektedir. Yani NATO stratejisinde risk faktörünü artık Rusya değil, “Güney ülkeleri, İslâm ülkeleri” oluşturmaktadır. ABD ve NATO açısından ülkemiz artık Güney/İslâm tehdidine karşı bir cephe ülkesi durumuna getirilmiştir. Müslüman bir ülke olması dolayısıyla da NATO’nun dolayısıyla da ABD’nin düşmanı bir ülke durumundadır. Bu bakımdan Türkiye’nin yönetimi kontrol altında tutularak ABD ve arkasında bulunan İsrail çıkarlarına itirazsız hizmet edecek bir konumda tutulmalıdır. Türkiye’nin “One Minute” çıkışı ile birlikte bu durum daha açığa çıkmıştır. Yerli ve milli bir duruş sergileyen hükümetin düşürülmesi için sokak eylemleri, yargı darbesi, askeri darbe girişimi, ekonomik saldırılar vb, devreye sokulmuş ve hala da devam etmektedir. Bu nedenle ABD ve Türkiye ilişkilerini sağlıklı değerlendirebilmek için görülen olayların arkasında yatan gerçek nedenleri bilmemiz gerekir.

CIA’’nin İslâmiyet Raporu Gülen’in kodlarını çözmeye yarayan bilgiler içeriyor. CIA’nin 88 sayfalık raporunun girişinde şu cümleler dikkat çekiyor (Çoraklı, 2016: 115-117): 

“İslâm dünyası kendi değerlerini ve doğasını tanımlamanın kavgasını yaşıyor. Peki ABD’nin bu kavgadaki öncelikleri neler? Önce İslamiyet’ten kaynaklanan şiddetin önlenmesi, sonra ABD’nin İslâmiyet’e karşı olduğu imajından kaçınılması ve daha sonra da İslâm dünyasının demokratikleştirilmesine yönelik atılacak radikal adımların planlanması… İslâm dünyası şu an globalleşme ile uyumsuzluk sorunları ile boğuşuyor ve bugüne kadar İslâm dünyasında çare için bulunan milliyetçilik, Pan- Arabizm, İslâm Devrimi vb. kavramların da bu çözümde yetersiz kaldıkları görülüyor.”

 Daha sonra raporda İslâm dünyası dört başlıkta şöyle kategorize ediliyor: 

1)      Köktendinciler: Demokratik değerleri reddederler ve İslami değerlerle yönetilen otoriter bir devlet biçiminden yanadır.

2) Tutucular: Muhafazakâr bir toplum isterler, modernleşme ve değişme konularına kuşkulu yaklaşırlar.

3) Ilımlılar: İslâm dünyasının globalleşmenin bir parçası olmasından yanadır ve İslâm’da reform ve modernleşme isterler.

4) Laikler: Din ve devlet işlerinin ayrılmasından ve Batı türü demokrasiden yanadır ve dini kişisel düzeye indirgemeye çalışırlar. 

Bu kategorilerin ardından ABD yönetiminin yapması gerekenler raporda sıralanıyor. Kısaca belirtelim: “Önce ılımlı İslâmcılar desteklenecek. Çalışmalarının ve görüşlerinin yaygınlaştırılması için maddi katkı yapılacak. Daha geniş kitlelere, özellikle gençlere ulaşmaları teşvik edilecek. Sivil toplum kuruluşları kurmalarına, eğitim için yer bulmalarına ve politik süreç içinde gelişmelerine destek olunacak. Görüşlerini yaymak için web sitesi, okul, enstitüler kurmalarının önü açılacak ve ılımlı İslâm’ın kitlelerin alternatifi olması sağlanacak. Kökten dincilere karşı tutucular desteklenecek… Laikler duruma göre desteklenecek.

Raporun 38’inci sayfasında Ilımlı İslamcı olarak Türkiye’den Fetullah Gülen’in adı örnek olarak veriliyor: “Fetullah Gülen büyük oranda tasavvuftan etkilenmiştir. Buna rağmen Gülen İslâm’ın modern bir sürümünü ortaya koymuştur. Bu İslâm sürümünde çeşitlilik, hoş görü ve şiddetsizlik vurguluyor.” Ayrıca raporun 39’uncu sayfasında da Ilımlı İslâm’cıların en büyük eksikliklerinden birinin “ekonomik güç” olduğu vurgulanıyor ve maddi açıdan desteklenmeleri isteniyor. Raporda Türkiye’nin “Ilımlı İslâm” için iyi bir model oluşturduğu tespitinde bulunularak, bu konuda Türkiye’deki iktidarın desteklenmesi gerektiğinin de altı çiziliyor. 

Raporun son bölümünde “Derin Strateji” başlığı altında da, ilk başta verilen “Yapılacaklar” daha da detaylandırılıyor. Burada en ilgi çekici olan da, “Ilımlı İslâmcıların cesur sivil liderler olmasına çalışılmalı ve demokrasi, insan hakları, kadın hakları konusunda etkili politikalar geliştirmeleri sağlanmalı. İslâm’ın bir üst kimlik olduğundan çok, insanlarının kimliklerinin bir parçası olduğu işlenmeli, sivil toplum örgütleri oluşturularak Ilımlı İslâm’cı liderlere yardım edilmesine çalışılmalı…” Bu raporun özellikle misyonerlik faaliyetleri ile birlikte gündeme gelen ve dindar kesim tarafından ılımlı Protestanlıkla eş tutulan ılımlı İslâm projesi ile olan paralelliği dikkat çekicidir. 

CIA, Moon tarikatını kullanarak Dünya Anti Komünist Lig’ini örgütledi. Türkiye’de Komünizmle Mücadele Dernekleri, Dünya Anti Komünist Lig’inin uzantıları olarak kuruldu… Moon tarikatı ile Fetullah Örgütü arasındaki bağ, hedef benzerliklerinden ibaret değildir. Aralarında organik ilişkiler ağı geliştirilmiştir. Moon tarikatının Türkiye halifesi eski CHP Genel Sekreterlerinden Kasım Gülek ile Fetullah Gülen’in dostluğu sır değildir. Cenazesini F. Gülen’in kıldırmıştır (https://www.sabah.com.tr/gundem/2015/03/31). 

ABD’nin soğuk savaş döneminde, Sovyetler Birliği’ni çökertmek için örgütlediği ve büyük imkânlarla yürüttüğü CIA muhalefetinin, Gülen Örgütü’nün önünü açtığı net olarak tespit edilebiliyor. Sovyet bloğuna karşı yürütülen psikolojik savaşın en önemli aygıtı Hür Avrupa Radyosu, Fetullah Gülen’i bültenlerinin baş konusu yapıyor. Amerika’nın Sesi Radyosu’nun değişik lehçelerindeki Türkçe yayınlarında Gülen ve misyonu döne döne övülüyor (Çoraklı, 2016: 120).

 4.2.F. Gülen’in Orta Asya’da Okullar Açmak İçin Telkinleri ve Hicret Kavramını Kullanması 

4.2.1.F. Gülen’in Orta Asya’da Okullar Açmak İçin Telkinleri

Fethullah Gülen 26 Kasım 1989’da İzmir Hisar Camii’nde yaptığı ve aynı anda 35 camide yayınlanan ünlü vaazını şu sözlerle bitirmişti (http://rusencakir.com):

Anarşistlerin oyununa gelmeyin. Biz muhabbet fedaileriyiz. Huzur ve itminanın, emniyet ve güvenin yayındayız. Bunu gösterecek, bunu temsil edeceksiniz. Çünkü dünya sizin soluklarınıza muhtaç. Dünya sizi bekliyorken küçük oyunlara gelmeyin. Siz soluklarınızı Özbekistan’da, Türkmenistan'da, Mengüşistan’da, senelerden beri insanı tebid edilen Kırım’da soluklayacaksınız. Sizi bekliyorlar. Elinizde Kuran, elifba cüzleri, bantlar, oraya gidecek, Hz. Muhammed’i anlatacaksınız. Büyük işler sizi bekliyor. Küçük işlerin altında kalıp ezilmeyin. Allah yardımcımız olsun.” 

Daha Sovyetler Birliği parçalanmadan ve Türk cumhuriyetleri bağımsızlıklarını ilan etmeden cemaatini uyaran Fethullah Gülen, bugün yalnızca Türkiye’nin en güçlü, yaygın ve etkin İslami cemaatini oluşturmakla kalmadı. Bugün Orta Asya, Kafkaslar ve Müslümanların yaşadığı hemen her yerde Gülen’i “Hocaefendi” olarak kabul edenlerin kurdukları dernek, vakıf ve şirketler Kuran kursları, okullar açıyor, yayıncılık yapıyor. Cemaatin denetimindeki Zaman Gazetesi’nin künyesinde yer alan yurtdışı temsilcilikler listesi de bunu kanıtlıyor: ABD, Almanya, Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Tataristan, Başkırdistan, Bulgaristan, Makedonya, Romanya, Kıbrıs. 

Gülen, taraftarlarına, öncelikle halkın çoğu Müslüman olan eski sosyalist ülkelerde, sonra da tüm dünyada okullar kurdurttu. Yabancı dil ve fen bilimleri eğitiminin ön planda olduğu bu okullarda dinsel yön hep geri planda kaldı veya tutuldu. Özal ve Demirel cumhurbaşkanlıkları döneminde cemaatin bu faaliyetlerine açık çek verdiler. Birçok başbakan, bakan ve üst düzey bürokrat da aynı tutumu izledi. Ankara başlangıçta, İran ve Suudi Arabistan'ın kendilerine özgü İslam yorumlarını sokmaya çalıştığı Türk cumhuriyetlerine 'laiklik' ihraç etmek istemişti. Bu stratejisinin kısa sürede iflasıyla devreye 'ılımlı' olduğu düşünülen cemaatler, özellikle de Gülen sokulmuştu. Gülen'in okulları uzun bir süre devlet katında 'içte tehlikeli, dışta olumlu' olarak görüldü. Gülen cemaatinin bu eğitim hamlesi, dışarıya açılmak isteyen iş çevrelerinin de dikkatini çekti. Çünkü bulundukları ülkelerin seçkinlerinin çocuklarına eğitim veren bu kolejler üzerinden ithalat ve ihracat bağlantıları kurmak epey kolaydı. Sonuçta Nurculukla, İslamcılıkla, hatta İslam'la alakası olmayan, Türkiye'nin dört bir tarafından irili ufaklı girişimci Gülen'den "Hocaefendi" diye bahseder, cemaate para yardımı yapar oldu (http://www.uzumbaba.com). 

F.Gülen’in Orta Asya ve Yurtdışı açılımlarının arkasında ABD olduğunu kendisi de itiraf etmektedir. 17 sene onların arasında kaldığını belirten Said Alpsoy, F. Gülen’in zaman içerisindeki fikri değişimlerini kendi kaynaklarından tespit ederek “Çelişkiler İnsanı” isimli bir kitap hazırlamıştır (2015). Bu kitabın 11-22’nci sayfaları Gülen’in Amerika hakkındaki çelişkilerini ortaya koymaktadır. 

Amerika’nın Dediği Yapılmalı Mı? 

-          Amerika’nın Git Dediği Yere Gidiyoruz./ Evet şimdilerde teslimiyetçi politikalar izliyoruz. Kore’ye diyorlar koşa koşa gidiyoruz. (Fasıldan Fasıla-3; M. Fethullah Gülen, Sh.171)

-          Amerika’sız İş Yapılmaz/ Amerika daha uzun zaman dünyanın kaderinde çok önemli bir rol oynayacaktır. Bu realite kabul edilmeli. Amerika göz ardı edilerek şurada burada bir iş yapılmaya kalkılmamalı (Fethullah Gülen İle Global Hoşgörü ve New York Sohbeti; Sh:100). 

3 Haziran 1990 tarihinde Erzurum Ulu Camii’nde yaptığı konuşma şöyledir (DİB Kendi, 2017: 105): 

“… Arkadaşlarımız turistik mahiyette gidip nabız yoklamak istediler. Birkaç arkadaş, oraya gitmeden evvel, daha onlar gitmeden, adeta gittikleri her eve Efendimiz daha evvelden gitmiş, “arkadaşlar gelecek demiş buraya.” Gelip anlattılar bize. Ve gidenler; “sizi rüyada gördük, aynen sizlerdiniz” demişler. Hiç de az olmadı. Arkadaşların bu mevzuda anlattıkları, hiç de az değildi. Demek sizden bir şey bekleyen insanlar var. O zaman siz, manen çok çalımlı, çok çaplı olacaksınız.” (Garipler Kervanı-2, dk.12:13). 

Örgütün uluslararası bir hüviyet kazanmaya başlamasıyla birlikte Hz. Peygamber’in (s.a.v.) istismarının daha da genişlediğine şahit olmaktayız. Bu sefer Hz. Peygamber cemaat mensuplarının gidip eğitim kurumları açacakları ülkelerde ön hazırlık yapmaktadır. Kuşkusuz bu tür söylemler, her aşamada Resûl-i Ekrem’i istismara devam edildiğini göstermektedir. 

4.2.2.Orta Asya Açılımı’nın O Dönemki Şahitlerinin Değerlendirmesi           

            Bu başlık altında, Orta Asya açılımı sırasında o zamanki adıyla cemaat veya hizmet hareketinin içinde önemli yerlerde görev almış, sonradan terör örgütüne doğru gittiğinin gören ve fark eden üç kişinin FETÖ hakkında yazmış oldukları değerlendirmelere yer verilecektir. Bunlar: Ahmet Keleş, Latif Erdoğan ve Nurettin Veren’dir. 

4.2.2.1.Ahmet Keleş

Ahmet Keleş kendi ifadesi ile 1973 yılında F. Gülen’in bir kasetini alıp dinlemiş ve akabinde İzmir’e gidip tanışarak o zaman ki adı ile cemaate katılmıştır. Ankara, Kırıkkale ve Balıkesir’de faaliyetlerde bulunmuştur. 1998 yıllarında 28 Şubat döneminde cemaatten ayrılınca Balıkesir’i terk etmesini ve Diyarbakır üniversitesine gitmesini söylüyorlar. Böylece toplam 25 yıl o yapının içinde bulunmuş ve kendi anlatımı ile 7 basamaklı FETÖ piramidinin 5’inci basamağından ayrılmıştır (www.yeniakit.com.tr/haberler/ahmet-keles). 

Ahmet Keleş daha sonra örgütü deşifre etmeye yönelik olarak “FETO’nun Günah Piramidi” (2016) isimli kitabı yazmıştır. Yazar örgütün Orta Asya açılımının arkasında üst akıl olduğunu söylemektedir. Değerlendirmeleri yazarın kendi ifadelerinden kısaltarak aktaracağız (Keleş, 2016: 57-64; Kuyaksil, 2018: 89-91): 

1986 yılından sonra örgüt merkezini İzmir’den İstanbul’a taşı-dı. 1991 yılında Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla Orta Asya’nın kapıları örgüte açılmış ve yeni bir dönem başlamış oldu. Bu sürece kadar örgütün tek hedefi Türkiye’ydi. Ancak bu tarihten itibaren örgüt artık yeni bir coğrafyadan ve dünyadan, yeni bir hedeften söz edecekti: “Anayurt”… Gülen vaazlarında bu gidişi HZ. MUHAMMED’İN MEKKE’DEN MEDİNE’YE HİCRETİNE BENZETİYORDU. Kendi ifadesiyle, “Çağımızın ilk muhacirleri olun” ağlayarak sesleniyordu. Bu çağrı o derece etkili olmuştu ki her örgüt mensubu için Orta Asya’ya gitmek bir şeref, onur ve kalite göstergesiydi. Yarış başladı… Hem girerek. Hem de mal mülk bağışı yapıp para vererek. Bu yeni süreç çok iyi analiz edilmelidir. Çünkü Türkiye’yle sınırlı bir örgüt/hareket kendisini dünyaya açmaktadır… Gülen vaazlarında hiç fark gözetmeden bütün cemaat/örgüt mensuplarını hicret etmeye çağırıyordu. “Bugün gidenler gelecekte hem maddi hem de manevi olarak çok şey kazanacaklardır” diyordu. Zaten ülke içinde bir eleman yığılma ve şişmesi de vardı. İstihdam sıkıntısı çekiliyordu. Bu fırsat söz konusu istihdam sorununu gidermek için de çok iyi bir fırsattı. Orta Asya’ya gitmek ve orada yapılan hizmetler o kadar kutsallaşmıştı ki oralardan bir hikâye dinlemek tıpkı asr-ı saadetten bir kıssa dinlemek gibi olmuştu. Gülen de konuşmalarında bu durumu ifade etmek için şu tespiti yapıyordu: “Artık bu cemaat kendi örneğini, kıssasını kendi içinden çıkarmaktadır.” Böylece Gülen için Hz. Muhammed’in asr-ı saadeti bitmiş kendi sözde asr-ı saadeti başlamıştı. Konuşmalarındaki örnekleri de artık buradan veriyor ve halkı coşturuyordu. Orta Asya’ya yardım göndermek için insanlar adeta yarışıyordu. 

Yazar, Orta Asya açılımının derin arka planında Amerika’nın himayesi bulunduğunu açıklamaktadır. Başta merhum Turgut Özal olmak üzere daha sonraki hemen her Cumhurbaşkanı bu örgütün Orta Asya’da eğitim ve ticaret adı altındaki örgütlenmesine “garantör” olmuştur. Bu durum adeta bir devlet politikası gibi işlemiştir. Çünkü buradan Orta Asya’ya gidenler devlet protokolü ile karşılanmış ve itibar görmüşlerdir. Kanaatimce bu durum yakın tarihimizde aydınlatılması gereken en önemli hususlardan biridir. Kendisi Amerika’ya gittikten sonra Nuriye Akman’la yaptığı bir röportajda aynen şunları söylemiştir: “Bugün dünya gemisinin dümeninde Amerika vardır. Onun onayı olmadan bir iş yapmanız, dünyanın dört bir yanına okullar ve eğitim yuvaları açmanız imkânsızdır.”… Amerika için Orta Asya ne kadar önemli ise kendisini bu coğrafyaya taşıyacak olan Gülen örgütü de en az o kadar önemlidir. Zira bu örgütün aracılığı olmadan Amerika ve Batı bu coğrafyada hüsnükabul göremez… Amerika’nın Orta Asya’yla ilgili projesiyle Gülen örgütünün 1991’den sonra Orta Asya’ya başlattığı açılım hamlesinin yolları tesadüfen mi kesişti? Bu sorunun cevabının hayır olduğu kanaatindeyim ve buna bağlı olarak da şu çıkarımda bulunuyorum: 1991’e kadar Türkiye’de tereyağından kıl çeker gibi örgütlenmiş ve güçlenmiş FETÖ zaten Amerika’nın desteğine mazhardı ve bugünler için hazırlanmıştı. Günü gelince de görevini yaptı. Naçizane kanaatim örgüt daha başından itibaren bu gücün yani büyük/üst aklın kontrolünde bir projeydi. İlkönce anavatan söylemiyle başlayan Türkiye dışına çıkış daha sonra tüm dünyaya yayılmaya dönüştü… Dünyaya açılmasının arka planında yine dünyanın olduğu gayet açıktı. Çünkü örgütün teşkilatlandığı ülkelerin dünya coğrafyasındaki dağılımına bakıldığında buraların özellikle de Amerika başta olmak üzere Batı için son derece önemli stratejik yerler olduğu görülecektir. Sonuç olarak yola dini bir cemaat hatta “asr-ı saadet"i günümüze taşıma iddiasıyla çıkmış bir hareket, liderinin sınırsız hırsı, kaprisleri ve kullanılmaya çok açık karakteri nedeniyle başta ülkemiz olmak üzere tüm Müslüman dünyaya telafisi çok zor zararlar vermiştir. Arkasında hangi güç ya da güçler olursa olsun 15 Temmuz 2016 tarihi itibariyle Gülen, tarihimiz ve aziz milletimizin hafızasına en büyük “hain” olarak geçmiştir ve öyle de kalacaktır. 

4.2.2.2.Latif Erdoğan

1956 yılında Uşak’ta doğan Latif Erdoğan F. Gülen ile 11 yaşlarında iken 1968 yılında tanışmıştır. Bundan sonra ömrünün 45 yılını beraber geçirmiştir. F. Gülen’in hayatını “Küçük Dünyam” ismi ile yayınlamıştır. Ancak 17-25 Aralık olaylarından sonra her şeyin tersine döndüğünü belirtmiştir. Yeni yaşananlar ile Gülen’in kendisine anlattıklarının satır aralarını okumaya çalıştığını belitmektedir. Bunun sonucunda şöyle bir kanaate varıyor: “Meğer Gülen bize o gün de her şeyi anlatmış; fakat satır aralarındaki boşluklar sebebiyle biz anlatılanları anlamamız gereken gerçeklikle anlayamamışız. Bu çalışma ‘Şeytanın Gülen Yüzü (2016)’ bir bakıma bu hataların telafisi, bu eksikliğin giderilmesini de hedeflemektedir.” 

Latif Erdoğan’ın cemaati genel değerlendirmesi şu şekilde olmuştur (ErdoğanL, 2016:11): 

… Cemaat çok önemli bir mühimmattı; ancak düşmanın eline geçti; milletine doğrulan serseri bir güç haline geldi. Ya istirdat edilip geri alınacaktı ki, uzun süre gayretimiz bu yönde oldu. Ya da imha edilmesi icap edilecekti. Birincisi imkânsızlaşınca, devlet ikinci yolu tercih etti. Cemaati terör örgütü listesine aldı; mücadelesini de bu yönde yürüttü. Bize de bildiğimiz bazı hususları, bir yol haritası olması kabilinden devlet yetkilileriyle paylaşmak kaldı. Onu yapmaya çalıştık. Tabii ki bu arada, devletin icraatindeki haklılığı milletimize de birinci elden anlatmamız gerekiyordu; elinizdeki kitabın öncelikli hedefi de zaten budur.

Kitabın içerisinde örgütün Orta Asya açılımına ait kısımları değerlendirmeye çalışacağız. Değerlendirmeleri yazarın kendi ifadelerinden kısaltarak aktaracağız (ErdoğanL, 2016: 85-86): 

Türkiye’de okullar yaygınlaşıp iyice tecrübe kazanılınca, okul hizmeti Rusya’nın da dağılması fırsat bilinerek Türki dünyalara taşındı. Diğer dünya okullarının bütününde de önceki okullar sonra açılacaklara referans oldu… Elbette bu okulların kısa sürede bütün dünya ülkelerinde yaygınlaşmasını Amerika ve İsrail’in kendi dış siyasetlerinden bağımsız düşünmek imkânı yoktur. Amerika bilhassa Türki dünyalara girişini bu okulları üst edinerek gerçekleştirmiştir. Rusya karşıtı politikasını hizmet yerlerini ve hizmet fertlerini kullanarak pekiştirmiştir. Zamanla Hizmet Hareketi’nin dış ülkelerdeki temsilcilerinin Amerika’nın siyasetine uyumlu olacağı ve öyle kalacağı protokole dönüşmüş; dış ülkeye giden ülke temsilcilerinin ilk uğrak yerleri o ülkedeki Amerikan büyükelçilikleri veya konsoloslukları olmuştur. Gülen bu tavrı açıkça deklare ederek, Amerika dünya gemisinin kaptanıdır, onlara sorulmadan dünyanın hiçbir yerinde iş yapmanın imkânı yoktur demiştir… Amerika, Gülen’in bu okulları vasıtasıyla etki alanı hangi seviyeye gelirse gelsin, her zaman inisiyatif kullanabilecek güçte bir devlettir. Bu açıdan da Gülen’e verilen okul sayısının azlığı ve çokluğu onlar açısından hiçbir mana ifade etmemektedir. Fakat mesela İsrail, Çin, İran gibi ideolojik yanları ağır basan ülkeler, bu okulların kendi ülkelerinde açılmasına izin vermemişlerdir. 

Şartlar açısından bakıldığında, Rusya dağılma sürecine girmiştir. Cemaat oralara eleman gönderebilecek kıvama gelmiştir. Türkiye’de İslâmî gelişmeleri destekleyecek bir hükümet, bir devletin başı (Turgut Özal) vardır. Bir de iç şart diyebileceğimiz bir gelişmeyle Cemaat dışa açılma ile iç çatışma ortasında bir tercih ile karşı karşıyadır. Dışa açılım bir bakıma Cemaatin iç çürümesini giderecek yeni bir canlandırıcı unsur olarak karşısına çıkmıştır… Demem o ki, Rusya’nın dağılması bir bakıma Cemaatin kurtuluşu adına bir can simidi olmuştur. Hizmet adına açılan bu yeni alanlar iç kokuşmayı aksiyon bağlamında önlemiş, Cemaate yeni bir motivasyon kazandırmıştır. Rusya’nın diğer Türki dünyalardaki otoritesi kısmen zaafa uğrayınca, henüz devlet olamayan bu dünya ile irtibata geçmek kolaylaşmıştır. Çünkü devlet olduklarında varlığı kesinleşecek bürokratik engellerin hiç biri o anlarda mevzu bahis değildir… Tavsiyeler eşliğinde, o yörede etkili olduğu söylenen kanaat önderi konumundaki kişilerle irtibata geçilmiştir. Onlara verilen hediyelerle gönülleri kazanılmış, sonra da onların öncülüğünde okul gibi masum kurumların açılışları gerçekleştirilmeye başlamıştır. Bu durum muhataplar açısından da acil bir durum olduğundan, onlar da böylesi eğitim tecrübelerini kendi ülkelerine kazandırma hususunda istekli davranmışlardır (ErdoğanL, 2016: 132-133). 

Bu arada okulların açılmasıyla diğer kültür hizmetlerinin yanında ekonomik atılımlar da başlatılmıştır. Cemaat üyelerinin oralarda ticari sahayı doldurmaları teşvik edilmiştir. Kısa zamanda bu çağrıya da icabet edilmiş, iş adamları ve esnaf sınıfına dâhil ne kadar Cemaat üyesi varsa Türki dünyalardan birine gidip iş kurmuştur. Önceleri Türkiye’den vilayetlere bölüştürülerek gerçekleştirilen mali destek, daha sonraları tamamen buradaki iş adamları tarafından karşılanır duruma gelmiştir. Türkiye desteği ise büyük ölçüde Amerika’ya ve Afrika’nın bazı ülkelerine kaydırılmıştır. 

Rusya’nın dağılımından sonra başta Amerika olmak üzere pek çok batı ülkesi koloni avına çıkmıştır. Bunda aslan payının Amerika’ya ait olacağı da kuşkusuzdur… İşte bu dönemden sonradır ki, Amerika bütün Türki dünyalara girişini Cemaat üzerinden gerçekleştirmiştir. Elde etmek istediği ne varsa en kestirme yoldan, en masrafsız şekliyle elde etmiştir. Amerika'nın ise Gülen'e avansı, buradaki ve dünyanın başka yerlerindeki yayılmasına göz yumma şeklinde olmuştur. Daha sonra da işi kendisini himayeye kadar götürmüştür… Amerika’nın İsrailden ayrı bir politikası olmadığı / olamayacağı gerçeğinden baktığımızda Gülen’in irtibatlandığı derin ilişkinin gerçek adresini bulmakta zorlanmayacağımız aşikârdır. Nitekim Rusya, Çin, Japonya, Almanya, Fransa ve diğer bazı AB ülkeleri gibi gelişmiş ve güçlü ülkeler de bu adresin farkında oldukları için, kendi ülkelerinde Cemaat kurumlaşmasına geçit vermemişlerdir. Oralardaki çalışmalar kişisel ilişkiler düzeyinde kalmış, daha ötesine geçememişlerdir (ErdoğanL, 2016: 134). 

Cemaatin dış ülkelerde yapılanma modeli (Orta Asya’ da dâhil A.K.) aynen Türkiye’de olduğu gibidir. Hedef ve gayede de bir değişiklik yoktur. Hatta özellikle devlet tecrübesi zayıf olan ülkelerde, Cemaatin devlete sızması, Türkiye’den çok daha kolay olmuştur. Bu devletlerde yönetici kadronun çoğunluğu Cemaatin okullarında, üniversitelerinde okumuştur. Avrupa ya da Amerika gibi ülkelere gidip kariyer yapanlar da mutlaka Cemaatin denetimi ve desteği ile çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Bu arada da çoğu ülkelerine dönerken bir Cemaat üyesi olarak dönmüştür. Devletin üst düzey kadrolarında bunlara ön açılması da yine koordineli bir şekilde ve örgütsel ilişkiler öne çekilerek gerçekleşmiştir (ErdoğanL, 2016: 134).

4.2.2.3.Nurettin Veren

Fikir ve değerlendirmelerinin öneminin anlaşılması bakımından kısaca hayatı hakkında bilgi vermenin faydalı olacağını umuyoruz. Nurettin Veren, 1 Ocak 1948 tarihinde İzmir'de dünyaya geldi. Henüz 16 yaşında, Meslek Lisesi'nde okurken Fethullah Gülen ile tanıştı. Lise mezuniyetinin ardından Makine Mühendisliği Bölümü'nü bitiren Nurettin Veren, ilerleyen dönemlerde Gülen Cemaatinin en önemli isimlerinden biri haline geldi. Gazeteci ve Yazarlar Vakfı'nı kuran Nurettin Veren,  aynı zamanda Zaman Gazetesi Kurucusu ve eski genel müdürü, Samanyolu TV kurucusu, eski yönetim kurulu üyesi ve ortağı. Azerbaycan, Gürcistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Moğolistan, Arnavutluk ve Romanya'da açılan okulların, üniversitelerin kurucu başkanlığını da yapmıştır. Fethullah Gülen Amerika'ya yerleştikten sonra cemaatle arasında ihtilaf çıkan Nurettin Veren, Gülen'in güç zehirlenmesi yaşadığını ve Papa talimatıyla Amerika'ya geçtiğini söylemiştir. Nurettin Veren, 2005 senesinde FETÖ elebaşının CIA ile ortak olduğunu ve Türkiye'nin aleyhinde çeşitli faaliyetler yürüttüğünü deşifre etti.  Bir dönem terörist başı Fetullah Gülen'e iftira iddiasıyla 4 yıl hapis cezası aldı (https://www.yeniakit.com.tr/kimdir).

Nurettin Veren, Fetullah Gülen örgütlenmesinin kurucularındandır. F. Gülen ile 35 yıl boyunca birlikte hareket etmiştir. Örgüt içerisindeki her hamlenin ve her stratejinin ilk ağızdan tanığıdır. Daha sonra F. Gülen’in tehlikeli yayılmasına direniş gösterdiği için yaptığı itirazlardan dolayı aforoz edilerek örgütten uzaklaştırılan Nurettin Veren, defalarca saldırılara uğramış ve bu saldırılardan şans eseri kurtulmuştur. 

Nurettin Veren, o zamanki adı ile cemaat olan sonradan terör örgütüne doğru dönüşen bu yapıya girişini, örgüt içerisindeki değişimleri, kendisinin dışlandığı durumu ve ondan sonra yaşanan gelişmeleri “FETO 1966-2016” isimli kitabında anlatmıştır (Veren, 2016). Biz bu kitaptan Orta Asya Açılımı ve oradaki gelişmeler ile ilgili değerlendirmelerini kısaca aktaracağız. Çünkü o bölgelerde ki okul açma faaliyetlerinde F. Gülen adına işleri yürüten bizzat Nurettin Veren’in kendisidir. 

Rusya’nın Dağılması ve Türkî Cumhuriyetlerde Gülen Okulları:

Bir gün yine Altunizade’deyken Gülen heyecanla odasından çıkıp elinde bir kâğıtla geldi yanıma. “24 ülkenin parçalanması kararlaştırılmış” dedi. Beni ilgisiz bir tavır içinde görünce; “Ama Türkiye de parçalanacak ülkeler arasında” diye ekledi. Bunun üzerine bizim yapacak bir şeyimiz olmadığını, bunun devlet yetkililerini ilgilendiren bir konu olduğunu söyledim. Aradan çok kısa geçtikten sonra Gülen İzmir’de vaaz verirken aynen şunu söyledi: “Çok yakında Rusya’nın gümbür gümbür yıkılacağını göreceksiniz.” Sadece 6 ay sonra Rusya dağıldı. Kimse Gülen’in bu istihbaratı nereden aldığını sormadı. Cemaat onun bu öngörüsünü Gülen’in ruhaniyetine bağladılar ve “Hocanın kerameti çıktı” dediler. Oysa sonradan anladık ki, bu bir keramet değil, istihbarat meselesi…” (Veren, 2016: 45). 

Rusya’nın dağılmasıyla büyük bir boşluk meydana geldi. Pek çok küçük Türki cumhuriyetler bağımsızlık kazandı. Rusya halkın hüviyetini yok etmişti. Millet büyük bir merhamet duygusuyla Azerbeycan, Türkmenistan’a destek veriyordu. Bu ülkelerde kaliteli eğitim ihtiyacı doğdu. Elit tabakanın çocukları okullara kaydedildi. Okullar giderek çoğalmaya başladı. 1991-1992’de Turgut Özal’ın vefatından önce Azerbeycan, Türkmenistan, Kırgızistan, Kazakistan ve Özbekistan’ı ziyaret ettik… Ancak beni devletin resmi temsilcisi zannettiler. Bu noktada bir karışıklık yaşandı ve beni devlet adına konuşuyor sandıkları için her imkânı sundular. Bu aşamalarda hep büyük bir boşluk vardı. O boşluk alanlarında bu ülkelerde büyük açılımlar oldu. Gülen bu başarıları görünce, kendisinin gerçekten de büyük bir insan olduğunu düşünmeye başladı. Zaten başından beri böyle bir zaafı vardı. Kendisini dünyayı idare edecek bir güç olarak görüyordu. Yurtdışındaki okullarla ilgili bu başarıları kendine mal etti (Veren, 2016: 46-47). 

Okul projeleriyle elde edilen üst düzey ilişkiler, işadamlarının dikkatini çekiyor ve iştahlarını kabartıyordu. Bunun için iş adamlarının hepsi okulların itibarını, kredisini kullanıyorlardı çünkü bu durum işlerine geliyordu. Dolayısıyla okullar destekleniyor, Fetullah Gülen de Türkiye’de bu adamların desteğini alıyordu. Alan memnun, veren memnun, al gülüm ver gülüm sürüp gidiyordu ilişkiler. Fetullah Gülen her zaman onaylanıyordu. “İyi işler yapmış” deniyordu hakkında. İşadamları koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin itibarı ve kredisini kullanamıyor ama Gülen’in kredisini kullanarak iş yapıyorlardı. Dışişleri’nin ve devlet kademelerinin hantal yapısı, Gülen’in işine yarıyordu. Gülen, devlet içindeki boşlukları kolayca dolduruyordu. İşadamları devletten alacağı desteği Gülen’den alıyorlardı. Dolayısıyla, cemaatin okullarının etkinliği, gücü ve şöhreti giderek artıyordu (Veren, 2016: 56). 

Hemen her işadamının bu okullarla ilişkisi vardır. Çünkü bu okullar değişik vilayetlere abone edilerek faaliyetlerini sürdürmektedir. Mesela Cemaat’te Adaapazar, Kırgizistan’la, ilgilenir. Şirket de Sebat Şirketi’dir ve Kırgizistan’ı idare eder. Parasal kaynaklar için bunun gibi belki 20 şirket mevcut. Denizli şehri Gürcistan’a ve Arnavurluk’a bakar. Ankara, Özbekistan veya Kazakistan’la ilgilenir… Türkiye, devlet olarak devreye giremediği ve bu alanı kontrolüne alamadığı için, boşluğu ABD doldurmaktadır. Fetullah Gülen okullarının çeşitli kıtalarda ve ülkelerdeki potansiyelini ABD kendi lehine pekâlâ kullanmaya devam etmektedir. Çünkü Türkiye, bu noktada söz konusu birikimi değerlendirmek için politika üretememekte. Lâkin ABD, Çin ve Rusya’nın önünü kesmek için bu potansiyeli lehine çevirebilmiş durumda (Veren, 2016: 59). 

Fetullah Gülen’e “Nedir bu sistem, Cemaat mi?” diye sorulduğunda “Hayır” diyor. “Bu okullar benim değil. Bu gazete ve holdinglerle hiçbir alakam yok.” Peki nasıl işliyor o halde bu sistem? Yönetim kendi elinde, tayinler kendi elinde, para, hâkimiyet ve strateji kendi elinde ama onun hiçbir işle alakası yok (Veren, 2016: 57)..

Okulların Gerçek Yüzünün Ortaya Çıkışı ve Fetullah Gülen’in ABD’ye Hicreti!?:

Yurtdışındaki okullara yardım edenler, iyilik yaptıklarını, fakir insanlara yardım ettiklerini sanıyor olabilirler. Uluslararası güçlerin buraları bir atlama tahtası olarak kullandıklarını hesaplayamayabilirler. Ne var ki yapılan iyilikler Allah rızasına ve insanlık yararına değilse, bunun değil sevabı, çok büyük bir günahı vardır. ABD söz konusu bu okulları Asya’nın enerji kaynaklarını kontrol etmek, kendi hâkimiyetinin önünü açmak amacıyla, Rusya’nın ve Çin’in önünü kesmek amacıyla destekliyor. Bunun kanıtı da şudur: Bütün okullarda “İngilizce öğretmeni” kimliğiyle çalışan yeşil ve kırmızı pasaportlu Amerikan vatandaşı öğretmenler mevcuttur. Amerikan ve İngiliz pasaportlu sözde öğretmenlerin bu okullarda ne işi var? Hani fakir öğrencilere yardım amacıyla kurulmuştu bu okullar? Kırmızı pasaportlu öğretmenleri ilk fark eden kişi Özbekistan lideri Kerimov oldu (Veren, 2016: 50). 

Kırgızistan’da bir ihtilal olmuştu: “Kadife Devrim”. Aynı şekilde Gürcistan’da da bir ihtilal yaşandı. Bunun üzerine Şevardnadze ve Asparakayev devrildi. Yine bir Türki Cumhuriyet olan Özbekistan’da da bir ihtilal gerçekleşti fakat Kerimov’un uyanıklığı sayesinde çabuk bertaraf edildi. Bütün bu hareketleri Gülen okullarıyla ilgisi olan Soros Vakfı yapmıştır. Gülen’in bu kesimle stratejik bir ortaklığı vardır… İhtilal bağlantıları nasıl kuruluyor? Asparakayev neden gitti? Üstelik ülkenin en sevilen adamıydı, bir ekonomi profesörüydü. Türkiye’ye sıcak bakan bir siyasiydi. Keza Şevardnadze de Türkiye’ye yakındı. Ne oldu da devrildiler? Cevabını vereyim… Tabii ki Amerikan politikalarına yakın olmadıkları için devrildiler. Kendi ülkelerinin menfaatini öne aldılar. Kabahatleri buydu!. Şevardnadze, ABD’ye askeri üs verme konusunda ayak diredi. Çin ve Rusya ile yakın durdu. Yerine gelen Savaşvili’nin eşi Amerikalıdır. Üstelik Gülen üniversitelerinde öğretim üyesidir (Veren, 2016: 59). 

Gülen şimdiye dek hiçbir şekilde “ABD teröristlik yapıyor, terörist bir devlettir” diyemedi fakat “ABD, dünya gemisinin kaptanıdır” dedi… Gülen, dünyanın kınadığı katliamları olağan gördü. Ona göre ABD’nin yaptığı her şey “norma”… Bilindiği gibi, ABD vatandaşı olanlar ABD bayrağı ve İncil üzerine yemin ederler. Gülen ABD vatandaşı olabilmek için 8-10 sene mücadele etmiş, kendisinden 20’si ABD’li, 6’sı Türkiye vatandaşı kefil istenmiş ve akabinde ABD vatandaşı olmuştur… Gülen, Orta Asya’daki faaliyetlerden sonra ABD’de gördüğü ilgi ve ABD’nin ona sunduğu imkânlardan sonra bir gün bana “Keşke, biz bu işlere Türkiye ve Orta Asya’dan önce Amerika’da başlasaydık” dedi. Gülen’in vatan ve millet kavramı yoktur. Sadece kendi hâkimiyetinin ve imparatorluğunun hayali peşindedir (Veren, 2016: 61-63). 

Gülen, 1998’de ABD’ye gitti. Fakat Cemaatten gelecek tepkilerden çekindiği için “hastalık” yalanını uydurdu. Bu yalanı daha fazla saklayamayınca, bu kez orada “Hristiyan din adamlarını Müslüman yaptığı” yalanına başvurdu. Gülen, ABD’ye kaçıp saklanmasını makul bir kılıfa uydurmak için yalan uydurmaya devam etti. İç dairede hizmet imamlarına yapmış olduğu bir sohbette “Hazreti Musa Kaçmış, Hazreti Muhammed Hicret Etmiş, Hazreti İsa Saklanmış, Hazreti İbrahim de Kaçmış ve Bunların Hepsi Birer Taktik ve Takiye İcabı Bunu Yapmışlar” dedi. Kaçıyor olmasını meşru bir zemine dayandırmaya çalışıyordu (Veren, 2016: 64). 

Gülen, ABD’ye sığınmasını Cemaat içinde mantıksallaştırmak için PEYGAMBER EFENDİMİZİN HİCRETİNİ bir “Kaçma Stratejisi” olarak kendine maske yapmak isterken, efendimize iftira ve hakaret ettiğinin farkında bile değil. Peygamber efendimiz Mekke’de 13 yıl süren baskı ve işkencelere rağmen, hiçbir şekilde kaçmamış, göçmemiş, bir yere gitmemiştir. Baskılara rağmen Mekke’de kalmış, ezilen zayıf Müslümanları Habeşistan’a ve Medine’ye göndermiş, suikasta uğrayacağı geceye kadar Mekke’de kalmış, o gece aldığı ilahi emirle Mekke’yi terk etmiştir. Allah’ın emri ve işaretiyle Medine’ye yola çıkmıştır. Peygamberimizin bu hicreti putperest, zalim, acımasız Mekke müşriklerin diyarından, onu bağrına basacak inançlı Ensar diyarı olan Medine’ye olmuştur. Kendi hayatını peygamberlerin çileli hayatı ile kıyaslayarak etrafındakileri efsunlamaya çalışan Gülen, şunu bilmelidir ki kendisi binlerce minaresinden ezanlar okunan vatanından, ABD’nin papaz yetiştiren Pennsylvania’sına gitmiştir. Bunun hiçbir şekilde peygamberlerin çileli hayatıyla benzeştirilecek bir tarafı yoktur (Veren, 2016: 65). 

5.FETÖ OKULLARININ KAPATILMASI VE MAARİF VAKFINA DEVREDİLMESİ 

5.1.FETÖ Okullarının Orta Asya’da Kapatılması

Türkiye’deki her darbenin veya sosyal siyasî operasyonun mutlaka bir dış desteği vardır. Türkiye’deki siyasi sonuç doğuran dış destekli operasyonlarda bazen ordu, bazen sermaye grupları, bazen medya, bazen de cemaat ve etnik gruplar alet olarak kullanılmıştır. Ekonomisi kontrol edilen ve krizlerle tüketilen Türkiye, önemli devlet görevlilerini dış destekli bu operasyonlarda acı şekilde feda etmiştir… 

Türkiye merkezli olarak dünyanın 160 ülkesinde faaliyet gösteren Pennsylvania’dan yönetilen FETÖ, Türkiye’de devleti ele geçirip yönetimi değiştirmeye yetecek kadar kendisini güçlü gören bir yapıdır. Türkiye gibi son derece stratejik bir ülkede kendisini bu derece güçlü gören ve dünya geneline yayılmış yapıyı, güçlü ülkeler ve istihbarat örgütleri kendi haline bırakmamış, bu gücü kendi hedefleri için kullanmışlardır. Ancak örgütün kullanmakta olduğu gizlilik tekniklerine (kod isimler ve operasyonel telefonlar kullanmak, bilmesi gereken ve tedbir prensipleri uygulamak vb.) bakıldığında, örgütün bir ya da birkaç devletin istihbaratının şemsiyesi altında olduğu anlaşılmaktadır. Türkiye’de dini anlamda kendisini cemaat olarak niteleyen çeşitli dini gruplar olmakla birlikte, hiçbirinde “kod isim kullanma, telefonların üç ayda bir değiştirilmesi” gibi talimatlar uygulanmamaktadır (Özkan, 2017: 153). 

FETÖ’nün gizli örgütler tarafından kendi amaçları doğrultusunda kullanılması, aleyhinde kullanılan ülkelerin istihbarat birimleri tarafından da fark edilmiştir. Bunun neticesinde o ülkelerde bulunan okulları kapatılmıştır. Ya da bu durumu baştan bilen ülkeler hiç okul açılmasına müsaade etmemişlerdir. Bu durum çok sayıda açık kaynaklarda dile getirilmiştir. Biz aşağıda bir Rus bir de İran’lı akademisyenin değerlendirmelerine kısaca yer vereceğiz (Özkan, 2017: 164-165 ): 

Prof. Dr. Aleksandr Dugin (Uluslararası Avrasya Hareketi Başkanı, Rusya): F. Gülen okullarının NATO’nun jeopolitik lobisinin plânlarına hizmet bir iletişim ağı olduğunu, Rusya’nın bu durumu fark etmesi üzerine bu okulları yasakladığını, bu okulların bulundukları bölgelerdeyabancı casuslar gibi görev yaptıklarını; din, kültür, dil öğretilen düzgün kurumlar olacağı yerde NATO’nun düşünce şeklinin aşılandığını, Rusya gizli servisi KGB’nin elinde Gülen okulları ile ilgili olarak mutlaka bilgi ve belgelerin olduğunu, aksi takdirdekanıt olmadan bu okulların kapatılamayacağını, bu kararın cumhurbaşkanlığı ve ulusal güvenlik yetkililerinin bulunduğu gizli bir siyasi toplantıda görüşüldüğünü anlatmıştır. 

Prof. Dr. Ashgar Fardi (Tahran Üniversitesi): Gittiği heryerde F. Gülen grubundan birini gördüğünü, bu şahısları devlet başkanlarının, istihbarat servislerinin, bakanların yanında gördüğünü, ABD’nin bunları İslami hareketin Orta Asya’daki alternatifi olarak karşılarına koyduğunu, ABD’nin Kafkaslar’da Orta Asya’da kendilerine karşı bu grubu kullandıklarını ve hala kullanmaya devam ettiğini, bu çalışmaları ile iki tür İslam’ın olduğunu yaymaya çalıştığını, birinci İslam’ın İran modeli olduğunu, bu modelin atom bombası peşinde koşan, İsrail’in dünyadan silinmesini istediğini anlatmıştır. Ayrıca ikinci İslam modelinin liderinin ABD’de yaşadığını, birlikte Orta Doğu projesini yürüttüğünü, ikinci modelin birinci modele karşı kullanıldığı, böylelikle birinci modelin halklara ulaşmasının önünün kesilmesi amaçlandığı, gerçek İslam modelinin Orta Asya’da olduğu imajının oluşturulmaya çalışıldığını, Fetullah Gülen grubunun kullandığı isimlerin hepsinin egzotik ve en ulaşılamayacak isimler olduğunu, semavi isimler içerdiğini, böyle isimlerle insanın küçük, hakir, eli ulaşmayacak, mazlum, zayıf kalacağı bir oluşumun canlandırılmaya çalışıldığı; mesela dağ, toprak, kaya gibi isimlerin olmadığı, ışık, samanyolu, ay gök, feza gibi isimlerin tercih edildiğini, tüm bunların kesinlikle tesadüf olduğunu düşünmediğini anlatmıştır. 

5.2.FETÖ Okullarının Maarif Vakfına Devredilmesi

Türkiye Maarif Vakfı Kuruluş Amacı; kültür ve medeniyet etkileşimini ortak iyi'ye ulaştıracak bir yol olarak gören Türkiye'nin uluslararası eğitimde dünyaya açılan kapısıdır. 17.06.2016 tarihli 6721 sayılı kanun ile kurulan Türkiye Maarif Vakfı, yurt dışında Türkiye Cumhuriyeti adına Milli Eğitim Bakanlığı dışında doğrudan eğitim kurumu açma yetkisine sahip tek kuruluştur. Kâr amacı gütmeyen, kamu yararına çalışan bir vakıf olan Türkiye Maarif Vakfı, her ülkede okul öncesinden yükseköğretime eğitimin her aşamasında etkin faaliyet yürütmek amacıyla kurulmuştur (www.turkiyemaarif.org). 

Türkiye Maarif Vakfı Kanunu, 6721 numara ile 17/6/2016 tarihinde kabul edilerek, Resmi Gazetede, 28/6/2016 Tarih ve 29756 Sayı ile yayımlanmıştır. Söz konusu kanunun “Amaç ve Kapsamı birinci maddede şu şekilde anlatılmaktadır: 

MADDE 1- (1) Bu Kanunun amacı; yurt dışında insanlığın ortak birikim ve değerlerini esas alarak örgün ve yaygın eğitim hizmetleri vermek ve geliştirmek amacıyla okul öncesi eğitimden üniversite eğitimine kadar tüm eğitim süreçlerinde burslar vermek, okullar, eğitim kurumları ve yurtlar gibi tesisler açmak, yurt içi de dâhil olmak üzere bu kurumlarda görev alabilecek eğitmenleri yetiştirmek, bilimsel araştırmalar ve araştırma-geliştirme çalışmaları yapmak, yayınlar yapmak ve metotlar geliştirmek ve faaliyet gösterdiği ülkenin mevzuatına uygun diğer eğitim faaliyetlerini yürütmek için merkezi İstanbul’da olan Türkiye Maarif Vakfının kurulması ve işleyişine ilişkin usul ve esasları belirlemektir. 

06 Kasım 2018 tarihi itibariyle yurtdışındaki eğitim faaliyetleri ile ilgili durumu; Maarif Vakfı halkla ilişkiler biriminden temin ettiğimiz bilgilere göre aşağıdaki gibidir: 

50 ülkede temsilcisi bulunan Türkiye Maarif Vakfı, 92 ülkede eğitim faaliyetleri için resmi temas sağlamıştır. 31 ülkede anaokulundan üniversiteye kadar farklı kademelerde 163 okulda eğitim öğretim faaliyetler sürdürmektedir. Maarif Okullarında 15 bini aşkın öğrenci eğitim ve öğretim görmektedir.

16 ülkede (Gine, Somali, Sudan, Kamerun, Kongo Halk Cumhuriyeti, Mali, Moritanya, Nijer, Tunus, Senegal, Çad, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Gabon, Fildişi Sahili, Ekvator Ginesi Cumhuriyeti, Afganistan) FETÖ/PDY iltisaklı toplam 109 okul devir alınmış olup eğitim öğretim görmektedir. 

Stratejik olarak öncelik arz eden bölgelerde alternatif okullar oluşturmak ve Türk diasporasının eğitim ihtiyacını gidermek amacıyla 15 ülkede 53 yeni okul açılmıştır. (Gambiya, Sierra Leone, Cibuti, Sao Tome & Principe, ABD, Kosova, Gürcistan, Bosna Hersek, Tanzanya, Makedonya, Irak,Arnavutluk, KKTC, Romanya, Burundi) Okullarımızda eğitim ve öğretim görmektedir. 

Bunlarla birlikte toplamda 30 ülkede gerek FETÖ/PDY iltisaklı okullarının devir alınması gerekse yeni okulların açılması için protokoller imzalanmış olup devir teslim süreçleri devam etmektedir. 

Sonuç olarak; devletimizin yurtdışındaki eğitim eksikliğini FETÖ tespit ederek, halkımızın bu konudaki milli ve manevi duyarlılığını, maddi ve manevi desteğini bol miktarda kullanıp, istismar etmiştir. Bu durumun farkına varan devletimiz, Maarif Vakfı aracılığı ile zamanında ihmal etmiş olduğu eğitim hizmetini gerek FETÖ’den devralınan okullar aracığıyla, gerek yeni okullar açarak, telefi etmeye çalışmaktadır. 

6.GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ 

6.1.Genel Değerlendirme

FETÖ/PDY doksanlı yıllarda SSCB’nin dağılmasının ardından, ülkemiz yöneticilerinin ve halkın desteği sayesinde, Orta Asya ülkelerinde komünizm sonrası ortaya çıkan eğitim boşluğunu doldurma ve Anadolu’nun Müslüman kimliğini oralara taşıma iddiasıyla okullar açarak faaliyette bulunmuştur. FETÖ/PDY, sözde bu gayeleri gerçekleştirmek görüntüsü altında ülkemizde toplum ve devlet desteğini arkasına almak için İslâm’ı ve okullarına verdiği ülkemizin adını, gizli ajandasını gerçekleştirmek üzere bir perde olarak kullanmıştır. Aslında kurduğu bu kuruluşlar vasıtasıyla küresel güçlerin siyasi emellerini hayata geçirmenin bir aracı hâline gelmiştir. Böylece örgüt, gerek insan gerek mali kaynakları artırmanın ve ülkenin yönetiminde söz sahibi olmanın yollarını kolayca elde etmiştir. Hicret vb dini kavram ve değerler F. Gülen tarafından hem bizzat sevk ve idare ettiği örgütün din dışı amaçlarını gizleyen bir sütre, hem de mensuplarını mutlak sadakatle bağlılığa sevk eden bir araç ya da aparat olarak kullanıldığı ortaya çıkmıştır. 

Önceki yıllarda (1997) sağlık sorunlarını bahane ederek ABD’ye gidip dönmüş olan Gülen, dönemin DGM Başsavcısı Nuh Mete Yüksel’in kendisi hakkında yürüttüğü soruşturmanın davaya dönüşmesinden önce, 21.03.1999 tarihinde yine sağlık sorunlarını bahane ederek, fakat bu defa kalıcı olarak ABD’ye gitmiş ve örgüt içinde “Hicret” olarak görülen bu olay bir “milat” olarak kabul edilmiştir. Esasen bu gidiş ve yeni devre, küresel güçlerle yakın işbirliği yapma aşamasıdır. Nitekim Fetullah Gülen daha 1997 yılında verdiği bir röportajda "…Dünyanın halihazırdaki durumuyla, şu çerçevesiyle, Amerika da şu andaki konum ve gücüyle bütün dünyaya kumanda edebilir. Bütün dünyada yapılacak işler buradan idare edilebilir ve hatta denilebilir ki, şöyle veya böyle Amerika ile dostça geçinmeden destek almak değil, dostça geçinmeden, Amerikalılar istemezlerse, kimseye dünyanın değişik yerlerinde hiçbir iş yaptırmazlar. Şimdi bazı gönüllü kuruluşlar dünya ile entegrasyon adına gidip dünyanın değişik yerlerinde okullar açıyorlarsa, bu itibarla, mesela Amerika ile çatıştığınız sürece bu projelerin gerçekleştirilmesi mümkün olmaz. Amerika, hâlâ bu dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır.” sözleriyle örgüt mensuplarına hareketin selameti için takınılması gereken tavrı ve ABD ile uyum fikrini telkin etmiştir (TBMM FETÖ Araştırma Raporu, 2017: 57).

Netice olarak FETÖ/PDY, mezkur coğrafyalarda yaşayan insanlara sahih bir din anlayışı ve eğitim götürmeyerek hem o ülke insanlarını hem örgüte iyi niyetle destek verenleri sadece hayal kırıklığına uğratmakla kalmamış, aynı zamanda onların maneviyatlarını diri tutacak İslâm’a dönük beklentilerini, umutlarını boşa çıkarmış ve enerjilerini heder etmiştir. 

6.2.Sonuç ve Öneriler

Yaptığımız inceleme ve araştırmalar sonunda ulaştığımız tespitler ve önerilerimiz aşağıda maddeler şeklinde belirtilmiştir: 

6.2.1.Tespitler:

1- FETÖ okulları, önce Orta Asya’daki Türki Cumhuriyetlerde, sonra Afrika’daki dünyanın diğer yerlerindeki okulları açarken “Hicret” kavramını kullanarak örgüt mensuplarını motive etmiştir. Son olarak da Amerika’ya sağlık bahanesiyle kaçıp, geri dönmemesini de örgüt içerisindeki sessiz itirazları bastırmak için de “Hicret” kavramını kullanmıştır. Örgüt mensupları da kendi aralarında; sabretmeleri gerektiğini, Kâinat İmamı’nın Mekke’nin Fethi gibi geri geleceği mesajını yaymaktadırlar. 

2- Fetullahçı Terör Örgütü tecrübesi, mukaddesatımızı kendi çıkarları doğrultusunda suiistimal eden kişi ve gruplara karşı uyanık olmamız gerektiğini bize güçlü bir şekilde hatırlatmıştır. 

3- FETÖ’ mensupları çoğunluk itibariyle, çocukluklarından itibaren ne ailesi ne de devlet tarafından doğru ve yeterli dini bilgi almadan örgütün içerisine girenlerdir. Bunlar din adına öğrendikleri bilgileri F. Gülenin kaset, video ve kitaplarından ve bu yönde devamlı telkinde bulunan, ev, mahalle, semt, ilçe, il, ülke imamlarından, aklı dışlayarak mutlak itaat ölçüsü içerisinde yetiştirilmiş biyonik robotlara dönüştürülmüşlerdir. 

4- FETÖ dolayısıyla toplumda dinini yaşamaya çalışan, tüm İslami grup ve cemaatler, zan altında bırakılmış, bir kısmı da FETÖ’cü diye ihbar edilerek mağduriyetler yaşamıştır. Laikliği dinsizlik şeklinde anlayan bir kısım kimseler, FETÖ bahanesiyle İslam’a ve Müslümanlara saldırarak, güvenlik ve yargı güçlerini yanlış yönlendirerek, halk ile devletin arasını açmaya çalışmaktadır. FETÖ’nün yapmak istediği devleti ve hükümeti halk desteğinden yoksun bırakma işine farklı yönden katkı yapmaya çalışmaktadırlar. 

5- Dini istismar eden gruplar tarih boyunca hep var olmuştur. Bu grupların ortaya çıkmasında en büyük etken, sağlam ve yeterli dini bilginin toplumda öğretilmemiş olmasıdır. FETÖ, toplumdaki sağlam ve yeterli dini bilgi eksikliğinin farkına varan ve bu dini bilgi eksikliğini tarihte en çok istismar eden bir örgüttür. 

6- Devletimizin yurtdışındaki eğitim eksikliğini FETÖ tespit ederek, halkımızın bu konudaki milli ve manevi duyarlılığını, maddi ve manevi desteğini bol miktarda kullanıp, istismar etmiştir. Yurt içindeki yetiştirdiği ve Altın Nesil dediği biyonik robotlar ülkemizde 15 Temmuz 2016 da darbe teşebbüsü yapmışlardır. Aynı gelişmeler FETÖ okullarının olduğu ülkelerde de yaşanma ihtimali çok yüksektir. 

6.2.2.Öneriler: 

1- Öncelikle Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından uzman kişilere peygamberimizin hicreti ve hicretin özellikle fıkhi sonuçları üzerinde bir araştırma yaptırılarak, F. Gülen’in yaptıklarının gerçek anlamdaki hicretle ne derece örtüşüp örtüşmediği bir araştırma konusu yapılmalıdır. Ortaya çıkan araştırma bir broşür olarak dağıtılıp, halkımızın bilgisine sunulmalıdır. FETÖ mensuplarının eskileri, yani biyonik robota dönüşmüşler üzerinde pek etkisi olacağı düşünülmemektedir. Fakat yeni kazanmaya çalıştıkları, henüz biyonik robota dönüşmemişler üzerinde etkili olabilir. Kısa bir değerlendirme olarak diyebiliriz ki; Peygamber efendimiz Mekke’de 13 yıl süren baskı ve işkencelere rağmen, hiçbir şekilde kaçmamış, göçmemiş, bir yere gitmemiştir. Baskılara rağmen Mekke’de kalmış, ezilen zayıf Müslümanları Habeşistan’a ve Medine’ye göndermiş, suikasta uğrayacağı geceye kadar Mekke’de kalmış, o gece aldığı ilahi emirle Mekke’yi terk etmiştir. Allah’ın emri ve işaretiyle Medine’ye yola çıkmıştır. Peygamberimizin bu hicreti putperest, zalim, acımasız Mekke müşriklerin diyarından, onu bağrına basacak inançlı Ensar diyarı olan Medine’ye olmuştur. Gülen kendisi binlerce minaresinden ezanlar okunan vatanından, ABD’nin papaz yetiştiren Pennsylvania’sına gitmiştir. Bunun hiçbir şekilde peygamberlerin çileli hayatıyla benzeştirilecek bir tarafı yoktur. Hz. Peygamber, Medine’ye hicret ettiğinde, ordaki Yahudilerle birlikte yaşama çerçevesinde anlaşmaya gitmiş ise de.. Yahudilerle birlik olup, hiçbir tarihte Müslümanlarla mücadeleye çıkmamıştır. Ya bugün FETÖ’nün yaptığı nedir? Müslüman olmayan Evanjelistlerle birlik olup, Türkiye’deki Müslümanlara savaş açmaktan başka, FETÖ’nün yaptığı, ne ile izah edilebilir? 

2- Irk, mezhep veya meşrep yoluyla ülkemizi fitne ve fesada sürüklemek isteyen ayrımcı nifak ve isyan hareketlerine karşı tek yürek ve tek bilek olmaya devam etmeliyiz. FETÖ ile mücadelede “tek millet, tek bayrak, tek vatan ve tek devlet şuuru ile devletimizin yanında, milletimizin milli birlik ve bütünlüğüne çalışmalıyız. 

3- Allah’ın bize verdiği bir akıl bir kalp vardır. Bizim Müslümanlar olarak sabitelerimiz, değişmez ilkelerimiz, değerlerimiz ve ondört asırlık sağlam bir tecrübemiz vardır. Aklı olmayanın dini de yoktur. Akıllı olmayan, dini mükellefiyetlere muhatap olmadığı gibi, bunların ferdi ve toplumsal sorumlulukları da sınırlıdır. Dindeki birçok ibadetin şartlarından birisi “Akıl baliğ” olmaktır. Bir Müslüman bütün bunları bir tarafa bırakarak aklını, idrakini, vicdanını bir diğer kişiye ya da gruba teslim etmemesi gerektiğini unutmayalım. Akıl etmeyi, düşünmeyi, okumayı emreden bir dinin mensupları olarak, bizden bu özellikleri bırakırsak iyi bir Müslüman olacağımızı söyleyen her türlü sese kulak tıkamalıyız. 

4- Kur’an ve ehlisünnet çizgisini aşmadıkça ve milli ve manevi değer geleneğimizin kabullerini sarsmadıkça, dinî ve ilmî faaliyette bulunan, hayır işlerinde koşan farklı sivil oluşumlar zenginliktir. Ancak bunların şeffaf, denetlenebilir ve hesap verebilir olmaları gerekir. Ayrıca bu oluşumlar kendi çıkarları için değil, milletimize ve insanlığa hizmet için var olduklarını daima dikkate almalı ve unutmamalıdırlar. Yönünü Kâbe’ye dönen tüm Müslümanların, bütün farklılıklara rağmen kardeş oldukları ve dinden dışlanamayacaklarının da unutulmaması gerekir. 

5- Din istismarı üzerine kurulu gruplara yönelimin önlenmesi ancak sağlam ve yeterli dini bilginin toplumda yayılmasıyla mümkündür. Kur’an ve Sünnete dayalı bir din öğretiminden, ahlâk ve maneviyat eğitiminden asla ödün verilmemelidir. Sahih din anlayışının, doğru İslamiyet ve İslamiyet’e ait doğruluğun toplumda yerleşmesi, uzun, dikkatli ve sabırlı bir çalışmayı gerektirmektedir. Kur’an-ı Kerim’in ve peygamberimizin sünnetinin izinde, ümmet-i Muhammed’in üzerinde ittifak etmediği yorumların karşısında, yeni ortaya çıkan akımlardan uzak, dengeli ve bilgili bir nesil yetiştirmek için hepimiz emek vermeliyiz. Devletin bekası ve geleceği için, toplumun huzur ve selameti için din istismarıyla mücadele edelim. Ne aldatan ne de aldanan olalım. 

6- Devletimiz, FETÖ tehlikesine karşı, ülke içerisinde Örgüte bağlı dershaneleri kapatmış ve okullara da el koyarak devletleştirmiştir. Ayrıca dış ülkelerdeki FETÖ okullarını da ilgili devletlerle görüşerek Maarif Vakfına devredilmesine çalışmaktadır. Bu çalışmaların daha hızlandırılması gerekmektedir. Çünkü FETÖ okul ve üniversitelerinden mezun olan o ülkenin zengin elit ve bürokratlarının çocukları devlet kademelerinde önemli görevler alarak. Devletimizin yapacağı hamlelerin önünü kesmeye çalışmaktadırlar. Hala FETÖ okullarını devretmeyen ve direnen ülkelerin arkasında bu gerçek yatmaktadır. 

KAYNAKLAR

Afyoncu, Erhan (2016) 15 Temmuz 2016 Türkiye’yi Darbeyle İşgal Teşebbüsü, Milli

Eğitim Bakanlığı, 2016-2017 Eğitim ve Öğretim Yılında Öğrencilere Verilen Broşür.

Arslan, Hüseyin (2016) FETÖ/PDY, Ankara: Ankara Okulu Yayınları.

Aydın, Muhammet Şevki (Editör) (2015) Dinim İslâm Temel Bilgiler, Ankara: Diyanet

İşleri Başkanlığı Yayınları.

Çoraklı, Selim (2016)Darbelerin Efendisi: Hocia İstihbarat Ağındaki Köstebek, İstanbul:

Eftalya Yayınları.

DİB/Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı (2016) Olağanüstü Din Şûrası Kararları –

Açıklamalar-, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları.

DİB/Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı (2017) Kendi Dilinden FETÖ Örgütlü Bir Din

İstismarı, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları – 1367.

DİB/Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı (2018) FETÖ Din İstismarının Arkasında

Gizlenen Terör Örgütü, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Halk Kitapları: 322.

Erdoğan, Latif (2016) Şeytanın Gülen Yüzü, İstanbul: Turkuvaz Medya Grubu.

Erdoğan, Recep Tayyip (2016a): “Sevgili Gençler”, 15 Temmuz 2016 Türkiye’yi Darbeyle

İşgal Teşebbüsü (ss.1-22), (Hazırlayan: Erhan Afyoncu), Milli Eğitim Bakanlığı, 2016-2017 Eğitim ve Öğretim Yılında Öğrencilere Verilen Broşür,

https://www.turkiyemaarif.org/page/50-turkiye-maarif-vakfi-12; (Erişim Tarihi:30.09.2018)

http://rusencakir.com/Fethullah-Hoca-buyuk-oynuyor/2212; (Erişim Tarihi: 30.08.2018).

https://www.sabah.com.tr/gundem/2015/03/31/fethullah-gulenin-sirlarla-dolu-Taranlik-      

dunyasi?paging=2; (Erişim tarihi: 30.08.2018).

http://www.uzumbaba.com/fethullah_olayi/vaaz_kaseti.htm; (Erişim Tarihi: 28.08.2018).

https://www.yeniakit.com.tr/haber/ahmet-keles-gulen-orgutu-piramitini-desifre-etti-  

            13351.html; (Erişim Tarihi: 27.08.2018).

https://www.yeniakit.com.tr/kimdir/Nurettin_Veren; (Erişim Tarihi: 27.08.2018).

Karagöz, İsmail (2010) “Hicret”, İsmail Karagöz (Ed.), Dinî Kavramlar Sözlüğü (s. 257), 5.

Baskı, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları.

Keleş, Ahmet (2016) FETO’nun Günah Piramidi, İstanbul: Destek Yayınları.

Kuyaksil, Ali (2000) “Uluslararası Sistem ve Terör”, Eyüp G. İsbir, İbrahim Yılmazçelik ve

Ahmet Aksın (Ed.) I. Milletlerarası Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Güvenlik ve Huzur Sempozyumu (ss. 589-638) Elazığ: Fırat Üniversitesi Yayını.

Kuyaksil, Ali (2018) Fetullahçı Terör Örgütü Gerçeği, Ankara: Orion Kitapevi.

Önkal, Ahmet (1998) “Hicret”, İSAM (Ed.), Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklobedisi (ss.

458-462), 17. Cilt, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları.

Özkan, Abdulkadir (2017) Kestane Pazarı’ndan Pensilvanya’ya Fetullahçı Terör Örgütü, 3.

Baskı, İstanbul: Kopennik Kitap.

Resmi Gazetede, “Türkiye Maarif Vakfı Kanunu”, Kanun No: 672, Kabul Tarihi: 17/6/2016

Yayın Tarih ve Numarası: 28/6/2016 - 29756 .

Suruç, Salih (2016) Kâinatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı, İstanbul: Nesil Yayınları.

Şafak, Ali (T.Y) Ansiklopedik Hukuk Sözlüğü, Ankara: Selim Kiyabevi.

Türk Dil Kurumu / TDK (1998) Türkçe Sözlük 1 A-J, (Hazırlayanlar: Hasan Eren, Nevzat

Gözaydın, İsmail Parlatır, Talat Tekin, Hamza Zülfikar), Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.

Veren Nurettin (2016) FETO, İstanbul: Destek Yayınları.

 

  • Bu Bildiri Iğdır Üniversitesi tarafından düzenlenen 6-7 Kasım 2018 tarihlerinde düzenlenen “1. Iğdır International Conference on Multidisciplinary Studies / I. Iğdır Uluslararası Multidisipliner Çalışmalar Kongresi”nde sunulmuştur.

[1] FETO; is the terörist organization constructed by Fetullah Gülen

Okunma 3478 defa Son Düzenlenme Salı, 04 Aralık 2018 10:56