İngiltere’nin ajan olarak yetiştirip gönderdiği istihbaratçıların hemen hepsi zengin ve soylu ailelerin yerinde durmaz, kabına sığmaz çocuklarından oluşuydu. Çok iyi eğitim görüyorlar, birkaç dil öğreniyorlar. Özellikle oryantalistlerin, gezginlerin yazdığı kitapları okuyorlar şarkiyat konusunda tarih ve coğrafya eğitimi görmüşlerdi. Dindarlar, Hıristiyan kimliğine sıkı sıkıya bağlılar, içlerinden pek azı Müslüman olmuştur. İngiltere’nin yayılmacı-sömürgeci çıkarlarını ateşli ruhla savunuyorlar. Aralarındaki çekişme, İngiltere’nin menfaatlerini savunma noktasında kendilerinin daha doğru olan yolu izlediği yönünde idi. Kimi Arabist, kimi Siyonist, bazıları Kürtçüydü, bunların gayretlerini Entejinas servis koordine ediyordu. İngiliz haber alma kurumları ajanlarını seçerken onlarda kalıpçı olmaktan ziyade yaratıcı kişiliği tercih etmişlerdir. “Kullanılabilecek her silahı denemeden bırakmamak” ilkesi İngiliz istihbarat politikasının temel duruşudur. Uzlaşırken bile hasmı tuzağa düşürmeyi becermişlerdir. Çatışırken-tartışırken hasmı küstürmemeyi-ürkütmemeyi başarmışlardır. İngiliz politikası intikam alırken çok kinci davranmış mutlaka bedelini ödetmiştir. Yazının bundan sonraki bölümünde bunu nasıl yaptıklarını anlatmaya devam edeceğiz.
1. Dünya Savaşı başladığında Kahire İngiliz Entejinas’ın ana üssü olmuştur. İleri dereceli Mason olan Mc Mahon, bu ülkedeki İngiliz Yüksek Komiseri olarak bölgedeki bütün istihbaratçıların başına geçmiştir. Arap isyancılarla ilk teması onun yerine geçen Çanakkale Savaşlarından tanıdığımız meşhur I. Dünya Savaşı'nın başında İngiliz Savaş Bakanı olarak görev yapmış olan, Herbert Kitchener’dir. Muhatabı ise Mekke Emiri Şerif Hüseyin’dir. Osmanlı coğrafyasını dağıtmak için Bell, Lavrens, Sykes ve Lehman Kahire’de bir “Arap Bürosu” kurdular. Arap kabile reisleri ile irtibata geçtiler. Osmanlıya itaat etmemelerini öğütlediler. Bu istihbaratçıların eliyle kabile reislerine dağıtılan para miktarı 200 milyon altındır. Bu günkü değer ile 700 milyar TL veya 100 milyar dolar. Erkeği para ve kadının bozduğu söylenir. Bu kadar büyük rüşvet dünyanın her yerinde en sadık kabileleri bile baştan çıkartır, isyan ettirebilir.
Medya, Lavrens’i ne kadar şişirse de, hakikat bellidir. Şerif Hüseyin üzerinden Arap isyanı tutmamıştır. Lavrens’in sicili balonlarla doludur. Filistin ve Suriye’de muvaffak olamamıştır.
Arap isyanı fiyaskosu Entelijanstaki Arapçıların ikbalini söndürmüştür. Londra’da kabine değişmiş, Siyonizme yatkın Lloyd Corc Başbakan, Balfur (Arthur Balfour ) ise Dışişleri Bakanı olmuştur. Savaş Bakanlığı’na yapılan atama ile Siyonizm inanılmaz bir destekçisi Musevi asıllı Binbaşı Frederik Kich, İngiliz Ortadoğu Masasının başına getirilmiştir. Siyonistlerle ilişkisi gençlik yıllarına giden Kich hatıratına bakılırsa Quetta locasında 21 dereceli masondur. Hayatını masonluğa adadığını kaydeden Kich’in tayininden sonra ilk işi Mısır’a gidip localarda Arap, Musevi ve Hıristiyan “biraderleri”yle danışma toplantısı yapmak ve bunların Arap isyanına desteğini sağlamak olacaktır. (İngiliz istihbaratı İttihatçı (Türk) masonlarla irtibat kurmuş mudur bilmiyoruz.)
Tam bu sıralarda Yahudi istihbaratçı Aaronson İngiliz Entelijansı ile irtibat kurmak azmindedir. Şüpheli hareketleri yüzünden İngiliz Polis Teşkilatı (Scotland Yard) tarafından tutuklanır. İngilizler, önceleri ona, kendi ifadesine göre, hikâye dinler gibi davranırlar. Aaron çantasından Cemal Paşa’nın imzasını taşıyan gizlilik dereceli belgeleri çıkarır, o an alışverişin şekli değişir. Savaş Bakanlığına bağlı askeri istihbarata gönderilir. Bu gönüllü casususun teklif ettiği hizmetlere en fazla ilgi gösteren kişi “ Sir Mark Sykes” oldu. Onu Sykes’le bir araya getiren Londra’daki Türk düşmanı cephenin önde gelen kurmaylarından James Aratoon Malcolm’dur. Malcolm azılı Türk düşmanı bir Ermenidir.
Mark Sykes bu tanışmadan sonra Yahudi istihbarat teşkilatı ile görüşmeye, onların gücünden istifade etmeye karar verir. Ermeni-Arap-Siyonist ittifakı kurmayı hayal eder. Sykes Yahudi aleyhtarı mazisine rağmen, Aaronson’la buluşunca, İngiliz Ortadoğu politikasını Siyonizm yörüngesine oturtacaktır. “Siyonizm bu kilidi açacak anahtardır” diyecektir.
Sykes, Malcolm’un yanı sıra Ermeni liderlerinden Bogos Nubar ile de mesaiye girer. Sonunda; “Biz artık kendimizi Siyonizm’e, Ermenilerin hürriyetine ve Arap istiklaline adadık.” Der.
İngiltere Siyonistlere bir Yahudi yurdu taahhüt ediyordu.31 Ekim 1917’deki bir kabine toplantısının ardından Sykes elinde bir evrakla çıkacak ve kapıda bekleşen Siyonist liderlere;
“D.Weizmen, bir oğlunuz oldu!” diyecektir.
Balfour bildirisi, İsrail’in tapusudur. Mimarları o gün dahi bu taahhüdün Yahudilere bir devlet kuracağını biliyorlardı.
Bir İngiliz yetkili : “Onlar için ne yapsak hizmetlerinin karşılığını ödeyemeyiz” diyecektir.
İngiltere adına Sir Mark Sykes (1879-1919) ile Fransa adına François Georgis Picot’un (1870-1951) imzaladıkları anlaşma ile tüm Ortadoğu’yu aralarında paylaştılar. Yahudi teşkilatı işin içine girince ittifakların şekli değişti. Sykes, böylelikle yine kendisinin mimarı olduğu, Fransız ve Rus müttefikleriyle 1915’te akdettiği Osmanlı topraklarını bölüşüm planından caymış oluyordu. Siyonizm’in rüzgârıyla Ortadoğu’da aslan payını Britanya’nın koparacağını onların yardımına ihtiyaç kalmadan işin başarılacağını hesaplamaya başladı. Ortadoğu’da onca tezgâhın arkasındaki istihbaratçı Sykes, Paris Barış Konferansında Siyonist emellerin tahakkuku için uğraşırken 1919’da zatürreeden öldü. (Kimin üçkâğıtçılık yaptığını Ruslar ve Fransızlar tabii ki anlamadı?)
Aaron, Sykes ile görüştükten birlikte çalışma kararı aldıktan sonra, aynen Ermeni ihtilalcıları taklit ederek “Osmanlılar Filistin’de Yahudileri katlediyor masalını” uydurup dünya kamuoyuna yaymaya çalıştı. Bu yolla hem İngilizlerin ekmeğine yağ sürmekte hem de kendi amaçları için Amerika’dan sürekli maddi yardım almaktadır. Baron Rothschild ve Amerikan Yahudileri kesenin ağzını açtılar. Allenby Kudüs seferi öncesi Baron Rothschild’e bir mektup göndererek Ocak ayına kadar Kudüs’ü ele geçireceğini, kendisine Neol hediyesi vereceğini yazdı. Daha sonra güney Filistin’i işgal etti. Kudüs’e girince ilk sözü: “İşte Haçlı Seferleri bugün bitti,” oldu.
Yahudi Nili teşkilatının ana sloganı şu idi: ”Netzach Israel Lolshakere”; İsrail’in geleceği hiçbir zaman engellenemeyecektir.
Ortadoğu’nun Osmanlı’dan koparılması, bir yüz yıllık istihbarat faaliyetlerinin neticesinde olmuştur. Arapları tahrik etmekle başlayan süreç, Siyonist casusların gayretiyle tamamlanmıştır.
Cemal Paşa ve arkadaşları, Türklerle Arapları çatıştırarak, Arapları Osmanlı’dan ayırmak isteyen İngiltere ve Fransa’ya; arayıp da bulamadıkları fırsatları verdi.
İngiliz istihbaratçılar; İttihatçıların Türkçü, kavmiyetçi ve İslam karşıtı fikirlerle dinden çıktıkları, kâfir oldukları; onun için artık devlete itaat mecburiyeti kalmadığı ve isyanın farz olduğu yönünde fetvalar yayınlandılar. Bunu işbirlikçi kabile liderleri, Hıristiyan Arap milliyetçileri ve devşirilmiş adamlar üzerinden yaptılar. Tıpkı bu gün ABD ve İsrail lobisinin içimizdeki CFR bağlantılı elemanlarına yaptıkları gibi…
İngilizler arasında “Arapların güvenilebilecek tek şeyleri güvenilmezlikleridir” deniyordu. Araplara güvenmiyorlardı. Birbirlerine karşı kullanıyor, tek ata oynamıyorlardı.
“Osmanlı devletini, yerini daha güçlü bir İslâm Devleti kurmak için yıkmıyoruz” diyen İngiliz politikası, küçük küçük Arap Devletleri kurmayı hedefliyordu. Bunlar arasında husumet olması temel faraziyeleri idi.
1918’den sonra Nuri Paşa’nın Kafkasya Seferi, Enver Paşa’nın Ortaasya’ya gitmesi “Türk uyanışı” olarak değerlendirildi. İngiliz emperyal amaçları ile çeliştiği değerlendirildi. Bu uyanışın, aynı zamanda Rusya’nın menfaatleri için de mahzurlar taşıyacağını Moskova’daki istihbaratçılara ileten, Siyonistler oldu.
Onları, Enver Paşa ile özdeşleşen Türkçülük cereyanına karşı çıkmaya ikna edip, Türkçü ittihatçıları birer suikastla devre dışı bırakıp bu gelişmeleri ana karnında boğacak şekilde İngiliz-Rus istihbarat servislerini bir araya getiren yine Siyonistler olmuştur.
Siyonistler, İttihatçıların, İslamcılık, Türkçülük uygulamalarına karşı Rusya’da olsun; Ortadoğu’da olsun Sykes’in planı doğrultusunda “Ermeni, Arap, Siyonist” ittifakını sağlamada önemli rol oynadılar. Türkleri çembere alarak Anadolu Yarımadasına çekilmeye zorladılar.
İngilizlerin l. Dünya Savaşı öncesi Şerif Hüseyin’e verdikleri Arapların halifesi unvanı ile birlikte hazırladıkları haritaya göre bütün Arabistan-Yemen-Şam-Irak Şerif Hüseyin’in oluyordu.
Lavrens Şerif Hüseyin’le iş tutarken, Yüzbaşı Şekspir Arapları tek bayrak altında toplayacak lider olarak İbni Suud’u görüyordu. Abdülaziz İbni Suud’u Kuveyt’teki İngiliz temsilciliğinde ağırlıyor, Arapların tek hükümdarı muamelesi yapıyordu. Sık sık Vehhabi liderin ziyaretine gidiyor onu isyan etmeye teşvik ediyor, Arapların Osmanlı ordusuna yardım etmemesini, asker vermemesini öğütlüyordu.
Birinci Dünya savaşı patladığı zaman, Arap kabile reislerinden İbni Raşid devlete bağlılığını ilan etti ve Suudların İngilizlerin yanında yer almasını engelledi. Şekspir, Arapların isyana sürüklenmesi için Osmanlı desteğindeki İbni Raşid’in alt edilmesi ve ortadan kaldırılmasını gizli servise bildirdi. Arabistan’ın kontrol edilebilmesi için tek çıkış yolunun İngiliz desteğinde İbni Suud’un bağımsızlığının sağlanması olduğu görüşünü tekrar tekrar ifade etti. Şekspir bu uğurda İbni Suud ile İbni Raşid kuvvetlerinin çatıştığı bir anda kurşun yağmur altında kaldı.24 Ocak 1916’da 36 yaşında öldü. Bu olaydan sonra İngiliz politikası İbni Suud’dan yana tavır almaya başladı.
Suud karşısında, Şerif Hüseyin durumunu güçlendirmek için 1924 Martta Halifeliğini ilan etti. Bu teşebbüs geri tepti. Şerif Araplar tarafından sevilmiyordu. …Adı İngiliz Ajanı’na çıkmıştı.
Bunun üzerine İngiliz Dışişleri Hüseyin’den desteğini tamamen çekti ağırlığı Suud’lara verdi.
“Beni ve ülkemi sattınız!” diyen Şerif Hüseyin’e Philby’nin teklifi Suud’la anlaşın tavsiyesidir. Suud usta bir manevra ile İngiliz desteği ile Hicaz’a hâkim olacak; Şerif Hüseyin, kurtuluşu kaçarak Kıbrıs’a sığınmakta bulacaktır.
Şerif Hüseyin’in isyana hazırlandığı sıralarda Araplar arasında iki taraflı oynama politikası sürmekte, Şerif bir yandan Babı Ali ile pazarlık yapmakta, öte yandan da İngilizlerle Fransızları birbirine düşürmek için fırsatı kaçırmamakta idi. Bu ikili oyuna aşiretler de kendi çaplarında katılıyordu ve Nuri Şalan (Dürzî lider) da bunlardan biriydi. (1920 ile 1924 arası Türkiye’de iki hükümet olduğu unutulmamalıdır. Ankara Hükümeti ve İstanbul hükümeti) (Zannediyorum ki Şerif Hüseyin İstanbul Hükümetinin desteğini almaya çalışıyordu. Çünkü Ankara’ya başvurmuş İngilizlere karşı kurtuluş mücadelesini birlikte yürütelim demiş, M. Kemal Paşa ret etmiş; herkes kendi yurdunun kurtuluşunu ayrı ayrı yapsın demiştir.)
Suud, Mekke’yi alınca 100 bin adet nargileyi kırdıkları söylediler, Vahhabilerin içki ve sigara konusundaki yasaklamaları tam hedefine uyuyordu. Yatak, masa, iskemle gibi şeyleri lüks saydılar, bidat saydılar, kırdılar. Bağdaş kurup yere oturmayı fazilet saydılar. Saymakla bitmez cehalet ve rezillikler yaptılar. (Enver Hoca’ya Arnavutlukta sol ideolojiyle, Suudlara Arabistan’da İslamcı ideoloji ile aynı ilkelliği yaptırdılar. Bu İngilizler şeytani aklın zirvesidir.)
Sonuç: İngiliz’in şeytanlığına şeytanın bile aklı yetmez. İngiliz düşüncesine göre istihbarat kurnazlıktır, kurnazlık şeytanlıktır