Prof Dr Ramazan AYVALLI

Prof Dr Ramazan AYVALLI

M.Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

Eposta: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Cumartesi, 20 Aralık 2014 00:00

Tarihte Müslümanların Hedefleri Neler idi?

“TÂRİHTE MÜSLÜMÂNLARIN HEDEFLERİ NELER İDİ?”

18 Aralık 2014 Perşembe – 25 Safer el-Hayr 1436

                                                                

 

Esâs konumuza girmeden önce, bir konuyu dile getirmekte fayda var:

Bütün kâinâtı, canlı-cansız her varlığı, en mükemmel bir nizâm ve intizâm üzere yaratan ve onları her ân varlıkta durduran Allahü teâlâ,  şu uçsuz-bucaksız olarak gördüğümüz koca “kâinât”ta, sâdece “dünya”nın insanlarla meskûn olmasını irâde etmiş, “ilk insan” olarak “Hz. Adem”i bu dünyaya göndermiş ve onu aynı zamanda “ilk Peygamber” kılmıştır. [Binâenaleyh insanların atası maymun değildir; başka gezeğenlerde insanlık hayâtı yoktur ve insanlık vahşet üzere değil, medeniyet üzere başlamıştır.]

Şüphesiz ki Cenâb-ı Hak, yarattığı şu mükemmel âlemle, kendi varlığını belli ettiği gibi, kullarına çok merhamet ve şefkat ettiği, acıdığı için, var olduğunu ayrıca “Peygamber”leri vâsıtasıyla da bildirmiştir.

“İlk Peygamber” Âdem aleyhisselâmdan başlayarak, “son Peygamber” olan Sevgili Peygamberimize gelinceye kadar her asırda, dünyânın her tarafındaki insanlar arasından en iyi, en üstün olarak seçtiği bir zâta (“Peygamber”e), “melek”le [“Cebrâîl” aleyhisselâm’la] haber göndererek, kendi varlığını, isimlerini ve sıfatlarını bildirmiştir.

 

“MEKKE-İ MÜKERREME’NİN FETHİNİN SONUÇLARI VE BU FETİHTEN ALINACAK BAZI DERSLER

18 Aralık 2014 Perşembe – 25 Safer el-Hayr 1436

 

Malûm olduğu üzere, Peygamber Efendimizin dünyâyı teşrîfi, kendilerine Peygamberliğinin bildirilmesi, Mekke-i mükerreme’den Medîne-i münevvere’ye hicreti, orada İslâm Devleti’ni kurması, diğer zaferlerinin yanında, “Mekke-i Mükerreme’yi Fethi” dünyânın en önemli kilometre taşlarından, en mühim dönüm noktalarından, tarihin en büyük hâdiselerindendir.

“Hicret-i Nebeviyye”, hem İslâm târihinin, hem de dünyâ târihinin çok önemli dönüm noktalarındandır. “Mekke-i Mükerreme’nin Fethi” hâdisesi de İslâm târihinin çok önemli kilometre taşlarındandır.

Cenâb-ı Hak, bütün Peygamberleri vâsıtasıyla, insanlara saâdet yollarını göstermiş, iyi ve güzel, kötü ve çirkin her şeyi öğretmiştir. Bu “Peygamber”leriyle, insanların dünyâda ve âhirette râhat etmeleri, huzûr içerisinde, iyi bir şekilde yaşamaları için, emirlerini ve yasaklarını, yanî ne yapmaları ve nelerden sakınmaları lâzım olduğunu açıklamıştır.

Sevgili Peygamberimiz, Mekke’deki hemşehrilerine, senelerce hakkı, hakîkati teblîğ etmiştir. Ama nasîpli olan az bir grup dışında, diğer insanlar maalesef îmânla şereflenememişlerdir. Bir ay kadar da Tâif’te İslâmiyeti anlatmış, ama meatteessüf onlar da îmânla nasiplenememişlerdir.

Hâlbuki bu Peygamberlerin hepsinin hedefi, insanların dünyâda huzûr ve sükûn içerisinde yaşamaları, âhirette de ebedî saâdete kavuşmalarıdır.

Peygamberlerin vârisleri olan İslâm âlimleri ve Evliyâ-yı kirâm da, hep gıdâ gibi, bütün insanlara lâzım olan iyi fertler, iyi âileler ve iyi cemiyetler teşkîl etmek için uğraşmışlardır.

Gelmiş-geçmiş bulunan bütün Peygamberlerin getirdikleri ahkâm-ı dîniyyede dînin, nefsin (cânın), aklın, neslin (ırzın, nâmûsun), mâlın ve benzeri değerlerin korunması öngörülmüştür. Allahü teâlâ ve Peygamberleri, emir ve yasaklarında, bunları koruma altına almışlardır. Hâlbuki bugün bütün dünyâda, bu sayılanlar da dâhil olmak üzere, bütün insan hakları ciddî bir şekilde ihlâl edilmektedir. Mukaddes dînimizde adam öldürmek, yaralamak, malını almak, çalmak şöyle dursun, kalp kırmak bile büyük günâhlardandır.

Burada, Mekke-i mükerreme’nin fethi münâsebetiyle, târihte müslümânların, düşmânlarına bile nasıl müsâmahalı, hoşgörülü davrandıklarını, onları nasıl affettiklerini, bütün mahlûkâta karşı nasıl engin bir şefkat ve merhamet sâhibi olduklarını belirteceğiz.

Özetle söyliyecek olursak, Peygamber Efendimizin kumandasında, Sahâbe-i kirâmdan teşekkül eden, 12 bin kişilik büyük İslâm ordusu, fetihten sekiz sene önce, ayrıldıkları yurtlarına, Mekke-i mükerremeye gidiyorlardı. Puthâne hâline çevrilen Ka’be-i muazzamayı putlardan temizlemeye gidiyorlardı... İnâtlarından bir türlü vâz geçmek istemeyen müşriklere, hak, adâlet ve merhamet göstermeye gidiyorlardı... Allahü teâlânın dînini yaymaya, oradakilerin de ebedî Cehennem azâbından kurtulmalarına ve Cennete gitmelerine vesîle olmaya gidiyorlardı... [Amân yâ Rabbî! Bu ne büyük merhamettir!]

 

 SULTÂN MUHAMMED ALPARSLAN’IN ZAFERİ VE BAZI İSLÂM DEVLETLERİ

[09 Aralık 2014 – 16 Safer el-hayr 1436 Salı]                                                                         

Prof. Dr. Ramazan Ayvallı

M. Ü. İlâhiyat Fak. Öğr. Üyesi

Türk-İslâm târihinde çok önemli zaferler vardır. 26 Ağustos 1071 târihinde, Doğu Anadolu’da Malazgirt Ovası’nda, Büyük Selçûklu Sultânı Alparslan ile Bizans İmparatoru Romen Diojen’in kuvvetleri arasında meydana gelen “Malazgirt Meydan Muhârebesi”, Türk-İslâm târihinin en büyük zaferlerinden biridir. Türklere Anadolu’nun kapılarını açan bu Selçûklu-Bizans Savaşı, dînî, millî, siyâsî ve askerî neticeleri bakımından çok önemlidir.

Malazgirt Zaferinden sonra, sâdece onbeş yıl içinde bütün Anadolu’nun tapusu, Türklerin eline geçti. Bu bakımdan Malazgirt Zaferi, Türk ve dünyâ târihinde çok önemli bir dönüm noktası oldu.