Allah insanı yaratmadan önce onu niçin yaratacağı felsefesini beyan etmiş ve sonrasında en büyük mucize olan insanı, kendisine kulluk yapmak üzere kodlamış yani kendi Rabliğini tasdik ettirmiş ve ona şekil vermiştir. Dolayısıyla hiçbir şekilde felsefe var olmadan şekil, eşya var olamaz. Bu ekonomiden ahlaka, mimariden musikiye, kısacası eşyanın bütününe değin böyledir. Yani her şeyin varlığına yansıyan ruh, mantıksal olarak onun ne için var olduğuna da yansıması gerekir. İcada mucidin anlayışının, bakışının, ruhunun nüksetmesi olmazsa olmaz postulatıdır.
VAR OLMAK BİR SONUÇTUR
Modernite de Descartes'la başladığı yolculukta akıl, daha önceki gelenek, vahiy, kutsallık gibi tüm dayanakları paranteze alarak, kendisini kendisinden itibaren kurma yoluna girmiştir. 'Düşünüyorum o halde varım'ın anlamı burada belirginleşmektedir. Dinsel kültürlerde ise bir insan kendini tanımlarken 'Allah var, öyleyse varım' önermesine dayanır. Descartes'ın durumunda ise en temelde duran, düşünen fail, kendi üstündekileri kendisinden itibaren anlamlandırmaktadır.
İslami toplumlar vahye dayalı evrensel değerlerini 'gelenek' veya 'muhafazakârlık' olarak modern bir zeminde savunmaya çalışması, aslında savunmaya başladığı anda kaybetmiş anlamına gelmektedir. Aslında dinin; ilahi evrensel mesajın kendine has kavramlarını değil, mesajı ulaştırmadaki kendi metodolojimizi geliştirmemiz ve değiştirmemiz elzemdir. Bizim kendimizi yeni kuşaklara dinletecek bir dil geliştirmemiz, belki de kendimizi savunmak yerine anlaşılır bir din dili; Kur'an dili geliştirmek mecburiyetindeyiz. Yeni kuşak, dijital çağda dünyaya geldi; biz ise dijital çağla ileriki yaşlarımızda tanıştık. Dolayısıyla çocuklarımız “dijital yerliler” biz ise, “dijital göçmenleriz” Tevhidi temel ilkeleri yeni kuşaklara anlatabilmenin yollarını, tekniklerini yeniden keşfetmeli ve bunun için kafa yormalıyız. Zira Batı(cı) entelijansiyası büyük bir algı deformasyonu ve dezenformasyonunu, hızını ve tekniklerini arttırarak sürdürmektedir. Bu projeler “Medeniyetler İttifakı”, “Dinler arası Diyalog” vs. şeklinde yaklaşımlarla Kur’anî İslam’ı idrak etme ve bilinç edinme noktasında, genç zihinlerde büyük erozyonlara neden olmaya devam etmektedir.
Özde İslam'ın kendisi değil fakat çağdaş İslami algılama, modernliğin yıkıcı tahribatından büyük ölçüde metamorfoza uğrayarak ahlak, sanat, kutsallık, ekonomi vb. temel meselelerde “Protestan Ahlakı” içine adapte edilmek suretiyle küresel neo-liberal dayatmalarla hedonist-seküler forma sokulmaya çalışılmaktadır. Dinin kutsal ve aşkın boyutlarını mevcut bu anlayıştan kurtarmak, geçmişi kutsamak yerine geçmişten geleceğe yeni bir tarih felsefesi oluşturmakla mümkün olabilir. İslam, nasıl Ortaçağ'a adapte olup, onu aşmayı başardıysa modernliği de aşabilecek hayatiyet ve potansiyele sahiptir. Yeter ki tasavvur; inşa yerine, küreselleşme rüzgârına yamama gafletine düşmeyelim. Ludwig Wittgenstein'in dediği gibi “yırtılmış olan yırtılmış olarak kalmalıdır.”
DİNİN VE DİNDARLIĞIN TEMELİ
Tıpkı felsefesiz sanat olmayacağı gibi, ahlaksız din ve dindarlık da söz konusu olamaz.
"Modernlik, ahlaka hem ihtiyaç duymakta hem de ahlakı imkânsız kılmaktadır" (Roos Poole)
Modern dünya, belli evrensel ahlak ilkelerine ve değerlerine inanılması gereken zemini yıkmıştır. Üstelik kendi ilke ve değerlerine inanılması için iyi bir neden de sunmamıştır. Modernlik, ahlaki bilgi imkânını dışlayan bir bilgi anlayışı inşa etti; bu anlayışta moral değerler rasyonel bir inanç konusu değil, öznel bir kanaat meselesi haline geldi. İnanç ve dogmaya karşıt bir dünyada, din ancak kişisel bir ahlak ya da dogmatik bir kanaat meselesi olarak var kalabilir.
Max Weber'in modernleşmeyi "rasyonalizm" kavramı bazında açıklaması, seküler mantığı modernliğin başat donesi haline getirmiştir. Zaten bu manada Luther'in ve Calvin'in felsefi öngörüleri sayesinde Protestanlaştırma yani diğer tabirle dünyevileşme (sekülarite) ile kapitalist anlayış, dini kilisenin tekelinden kurtarırken aynı zamanda dini sosyal hayatın içinden çekip çıkarmışlardır. Zaten bu yadırganacak bir durum veya algı yanılması falan değildir. Her inanç disiplininde veya ideolojide, onun hayatı yorumlayışına onun ruhu diyebileceğimiz ahlak ve felsefesinin yansıması kaçınılmazdır. Özünde Hıristiyanlık seküler formda değildir; İslam açısından iki Hıristiyanlık söz konusudur: Ehl-i Kitap Hıristiyanlığı ve Batı Hıristiyanlığı. Hıristiyanlık doğduğu yer olan Kudüs'ü bırakıp, Roma'ya yerleştiğinde Batılılaşmış ve seküler bir foruma bürünmeye başlamıştır.
MODERNLİK SORUNSALI
Sekülarizasyon ilk etapta, her ne kadar Batı'ya mahsus bir kavram veya Batı Hristiyanlığına ait bir kavram gibi görünse de, modernleşmenin yayılmacı politikaları sonucu başka dinlerin mensuplarını topyekûn abluka altına almıştır. İvan illich'in tabiriyle modernlik, evrensel bir din haline gelmiştir ve bu dinin mabedleri de öncelikli olarak eğitim kurumlarıdır. Toplumun dinamik değerleri olan genç dimağları laisizm adına modernizme ram etmiş batılılaşma hareketinin sonuçları bugün gözler önündedir. Toplumun, çocuklarına bu modern okullardan alamadığı din eğitimini, okul harici alması bile yasalar aracılığıyla neredeyse imkansız hale gelmiştir. Özel okulları başlangıçta bir "kurtuluş müjdesi" olarak algılayan dindar kesimler (Tevhid-i Tedrisat'tan habersiz gibi) Müslüman bir nesil yetiştirme konusunda sükût-u hayale uğramış ve çocuklarını modernizmin pençesine teslim etmek zorunda kalmışlardır. Bugün maalesef "çocuklarımı öncelikle iyi bir Müslüman yetiştireceğim" demek yerine, anne babalar dünyevi kaygılarını ve isteklerini öne çıkarmış durumdadırlar. En basit bir şekilde bu perspektifle bir bakış oluşturacak olursak, dindarlar açısından "korkacak ve kaygılanacak" çok şeyin olduğunu görürüz.
Gelinen bu noktada modernlik anlayışının savunulması başka bir olguyu karşımıza çıkarmıştır: Dinin ferde, ferdin vicdanına indirgenmesi, sosyal hayattaki yerini kaybet(tiril)mesi sonucu olarak dinin, dindarlık veçhesinde "Nihilizme" (bireyselleşme açısından) evrilmesiyle karşı karşıya kalınmıştır.
Lutheryan görüş, günahkar bir insanın amellerinin onun bağışlanabilmesine bir tesiri olmadığını ve bağışlanma ve mükafatlandırılmanın ancak Tanrı'nın lütfuyla olacağını savunur. Yani dünyada işlediğiniz iyi veya kötü ameller insanı kurtarma veya batırma makamında değildir; bu ancak Tanrı'nın bağışlamasıyla gerçekleşir inanışı, sekülarizmin helal haram sınırlarını ortadan kaldırmaya çalıştığını göstermektedir. Hal böyle olunca sekülarizmin din algısı, Tanrı'yı tamamen gökyüzüne hapsetme yerine, sadece ahirete yönelik "bağışlanma doktrini" çerçevesinde helal-haram sınırı tanımayan liberal-kapitalist ideolojiyi küresel bazda dominant hale getirmiştir. Kapitalistçe kazanım, toplumsal bazda liberalist yaşam tarzı, bunun yanında da toplumsal ahlaktan uzak, bireyselliğe minimize edilmiş ve adeta inancı sadece seremonik bir algılayışa hapseden bu modern yaşantı biçimiyle acilen yüzleşilmelidir
YENİ BİR YOL KURMA
İslami felsefe ve ahlak sistemi, örneğin paylaşmayı ve tüketimi ferdin tamamen kendi tasarrufuna bırakmamış, "kazanıyorum istediğim gibi de yaşar ve sarf ederim" deme lüksünü o insana vermemiştir. Modernliğin getirdiği bu konformist anlayışı İslam asla tasvip etmez. Üstelik İslam disiplini bu yaklaşımı şiddetle kınamaktadır. Buna karşılık "ölene kadar alışveriş, tüketim" Batılı liberal-kapitalist anlayışın toplan borusudur. Kapitalizmde başka herhangi bir kolektif anlam üretme imkânından yoksun bırakılan modern insan, Tanrı'yla ve insanlarla değil; kitlesel olarak üretilen mallarla kurduğu ilişkilerde kendisini var edebilmiştir.
Bütün bu tahlil ve tespitlerden sonra sonuç olarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Modernlik ve dindarlık birbiriyle dost kavramlar mıdır? Yoksa ayrı dünyaların belirgin kutupları mıdır?
Müslüman Dünya'nın, iç dinamikleri açısından, taşıdığımız kaygılar açısından, kutsala ait ne varsa hızla dönüşüme ve değişime (metamorfoz) uğratılmaya çalışılmasına eklektik ve palyatif yaklaşımdan uzak, alternatif bir yol, bir metodoloji, bir proje geliştirmesi kaçınılmazdır.
* Yeni Şafak’ta yayınlanmıştır.