Churchill, “Demokrasi, diğer yönetim şekilleri hariç, en kötü yönetim biçimidir” der. Doğrudur. Kötülüğü, ne de olsa bir yönetim olmasındandır. İçinde bulunduğu her sistem, insan için “en kötü”dür. Çünkü insanlar yönetilmekten hoşlanmazlar. Hele İslamî açıdan bakıldığında, Hak divanındaki mesuliyetten dolayı, yönetmek de sevilecek şey değildir. Bu yüzdendir ki, ilk dört halife isteksiz olmuş fakat buna rağmen seçildikleri için, diyebiliriz ki mecburen yöneticiliği üstlenmişlerdir. Demokrasiyi diğer yönetim şekillerinden iyi yapansa yanlışlarını-kusurlarını, yönetilenlerin hepsinin sorgulayarak daha iyi hâle getirebilmesidir. Yardımcı Doçent Doktor Ali Fuat Gökçe de “Siyasal Partilerde Lider ve Yönetim Değişimleri” isimli kitabında demokrasinin demokratik bir sorgulamasını yapmış.
Okuduğumuz her kitap ve makale, bize yeni bir şeyler öğrettiği gibi eski bilgilerimize sentetik-analitik yeni yorumlar yapmamızı da sağlar. Gökçe’nin kitabı da hem çok değerli yeni bilgiler, yeni fikirler vermesi hem de okuyucunun kendisinin yeni fikirler üretebilmesi açısından çok faydalı.
Kitabı okurken, siyaset bilimi alanındaki bir başka kitabı hatırladım. Arend Lijphart’a ait o kitapta, yirmi bir ülke üzerine yapılan incelemelerle demokrasinin çeşitleri, hukuki ve sosyolojik değişkenler açısından ele alınıyordu.(1) Gökçe ise kitabında aynı değişkenler açısından, G-8 ülkelerinden yaptığı incelemelerle ağırlıklı olarak siyasî partilerin başta liderleri olmak üzere kadroları ve yönetim zihniyeti değişmelerini örneklerle vermektedir. Kitabın en faydalı yönüyse Türkiye’ye geniş çaplı yer vermesi, tarihî-sosyolojik tahlillerle yetinmeyip önerilerde de bulunması. Demokrasiye bağlılığı hemen belli olan yazarın, demokrasimizin kusurlarını gösterip telafisi yolunda ciddi bir emek sarf ettiği de belli oluyor.
Gökçe’nin bu özelliği birçoklarına ilginç gelebilir. Çünkü kendisi, şimdilerde her ne kadar siyaset bilimci bir akademisyen ise de daha önceki mesleği askerlik. Hayatının önemli bir kısmını askerî bir hayat tarzıyla geçirmiş olması, kendisinden tam bir antidemokrat olması şeklinde beklentiler doğurabilir. Hâlbuki askerliğin alışkanlık hâline getirdiği sorumluluk duygusunun sivil hayatta da yönetime iştirak arzusu verdiği, dolayısıyla demokrasinin gelişmesine vesile olduğu şeklinde görüşler de var. Bunun örneğini Fransa’dan verebiliriz. Bahsettiğim görüşü vermeden önce Gökçe’nin verdiği ve ben dâhil çoğumuzun bilmediği bir özelliği nakletmeliyim:
“Fransa’da 1968 seçimlerini kazanan Cumhuriyet İçin Demokratlar Birliği (UDR) hariç tek başına iktidara hiçbir parti gelmemiştir… 1945 ve 1958 tarihleri arasında yapılan beş seçimde, altı siyasal parti iktidara gelmiş… 1945 sonrası yapılan on yedi genel seçimde, on dört siyasal parti iktidara gelirken, 1965 sonrası yapılan sekiz cumhurbaşkanlığı seçimlerini, sekiz farklı siyasal parti başkan adayı kazanmıştır (s. 60).
John Stuart Mill (1806-1873), yaşadığı döneme göre halk ihtilallerini gösterge olarak alır ve Fransızların o yönetim değiştirme özelliğini, savaşlarda halkın büyük bir bölümünün askere alınıp, içlerinden önemli bir kısmının astsubaylık rütbesini kazanmasından dolayı başa geçip idare etme kabiliyeti kazandıklarına bağlar. Mill, Fransızlar ile ABD’lileri “kendi işini kendi görmeye alışmış uluslar” arasında sayar. Fransızlardaki halk ihtilalciliğine karşılık ABD’lilerde gördüğü meziyet ise tamamen sivil temellidir ve kolayca hükümet kurabilecek kabiliyete haiz olmaktır.(2) Günümüz ABD’lilerin Ali Fuat Gökçe’nin kitabında görülen siyasî özellikleri ise resmî anlamda siyasî parti lideri uygulaması olmayışı ve devlet başkanlığına seçilme hakkının anayasayla iki defa olarak sınırlandırılmış olmasıdır. Başkan çok başarılı olsa bile bu durum değişmemektedir (s. 205). Bu uygulama ile şüphesiz ki “Tek adam” olunmasının önüne geçilmiş olmaktadır.
Filozof Mill ve başkaları demokrasi için, hangi ülkede hangi temelleri gösterirse göstersin, aslında o, yaşandığı her ülkedeki kitlelerin adaletsizliklere karşı verdiği uzun mücadelelerin planlanmamış bir sonucudur. Yine aslında, ayaklanan kitleler de başka mağdurlara da değil, sadece kendilerine hak verilmesinden yana olmuş fakat sonunda barış için herkes birbirinin hakkını kabul etmek zorunda kalmıştır. ABD ve Fransa’da da öyle olmuştur. Bu durumun dünya tarihindeki tek istisnası, ilk İslam Devleti’dir. “İslamî demokrasi” diye ifade edebileceğimiz sistemiyle o devlet, daha kurulurken gerçek anlamda “toplum sözleşmesi” ile kurulmuş, yöneticiler seçimle başa geçirilmiş ve herkese karşı eşitlikçi ve adil olmayı prensip edinmiştir.(3) Ancak her fırsatta ifade ettiğimiz o husus, şimdi bu yazının konusu değildir.
Ali Fuat Gökçe, kitabında gelişmiş demokrasilerden örnekler verirken, bir kısmında parti üyeliğine kabul yaş şartının on dört olması gibi, bizce çok enteresan bilgiler de aktarmaktadır (s. 240). Genç, yaşlı her ferdin memleket idaresinde söz hakkı olabilmesi elbette ki takdire layıktır. Bizde şimdiki on sekiz yaş taban sınırının yeterli olduğu kanaatindeyim.
Türk siyasî hayatında etkili olan partilerin tek tek tüzüklerini de inceleyerek parti içi demokrasideki kifayetsizlikleri de sergileyen Gökçe, o alan için de farklı uygulamalar teklif etmektedir. En orijinal ve faydalı bulduğum, illere göre parti delege sayısının yeni bir anlayışla düzenlenmesi hakkındaki teklifi oldu. Genel kongrelerde yerel temsilci olarak katılan delegelerin, oradaki parti üye sayısına orantılı olarak tespit edilmesinin mahzurlarını sayan Gökçe, bir partinin herhangi bir bölgedeki delege sayısının, o bölgedeki üye sayısıyla birlikte yine o bölgeden alınan oy sayısının da hesaba katılarak tespit edilmesini teklif etmektedir (s. 246). Gökçe’nin katıldığım gerekçelerine benim de bir ilavem olacaktır: O sayede siyasî hayatımızda başta İstanbul olmak üzere büyük illerin tahakkümü de önlenecektir. Çünkü İstanbul, çok büyük nüfusuyla nerdeyse her partide en çok üyeye sahip olmakta, buna karşılık herhangi bir partide, illerin nüfuslarına göre en düşük oy oranına sahip olabilmektedir. Bu durumda başarısız olduğu hâlde o partinin genel kurulunda çok sayıdaki delegesiyle, başarılı illerin üzerinde hâkimiyet kurabilmesi hiç de adil değildir.
Gökçe’nin siyasette erkek hegemonyasına karşı olmasını, o meyanda Türkiye’de kadınların siyasî hayatta aktif olmasını kabullenmesini de candan destekliyorum. Fakat bu konuda ondan ayrı düştüğüm bir nokta var: Kendisi, parti tüzüklerinde yapılmasını gerekli gördüğü değişiklikler arasında delege, üye ve parti teşkilatlarında kadınlarla erkeklerin eşit sayıda bulundurulmasını da teklif etmektedir (s. 245). Bense negatif ayırımcılığa da pozitif ayrımcılığa da karşıyım. Şahısları cinsiyetlerine göre değil, çalışkanlık ve kabiliyetlerine göre değerlendirmelidir, diye düşünüyorum. Bu fikir beyanım, Gökçe Hoca ile benim aramızda demokratik ve fikrî bir istişare diye kabul edilsin.
Hoca’nın yukarıda ismini verdiğim kitabını, siyaset bilimine meraklı olan ve yarınlar için fikir üretme gayretinde olan herkese hararetle tavsiye ediyorum. Kitap, Gaziantep’te yayınlandığı için, ilgilenenler bulmakta zorluk çekebilirler. Bu yüzden aşağıdaki kaynakçada yayınevinin tam posta adresini e-mail adresini ve telefon, fax numaralarını da veriyorum.(4)
ASSAM’ın başka mensuplarından da kitaplar görmek dileğiyle nice hayırlı ramazanlar diliyorum.
-------------
1- Ljiphart, Arend; Çağdaş Demokrasiler: Yirmi bir Ülkede Çoğunlukçu ve Oydaşmacı Yönetim Örüntüleri, çev. Ergun Özbudun ve Ersin Onulduran, Yetkin Yayınları, Ankara, 1996.
2- Mill, John Stuart; Özgürlük Üzerine, çev. Tuncay Türk, Oda Yayınları, İstanbul, 2008, ss. 155-156.
3- Dayı, Hüseyin; İslam Medeniyetinin Küreselliği, 2. Baskı, Akis Kitap Yayınları, İstanbul, 2012.
4- Gökçe, Ali Fuat; Siyasal Partilerde Lider ve Yönetim Değişimleri, Ada Kitabevi, Atatürk Bulvarı, No: 92/D Başkarakol/Gaziantep, Tel: 0342 231 23 73, Fax: 0342 231 88 63, e-mail: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.