Cumartesi, 13 Haziran 2015 00:00

Ontoloji, Ekonomi, Demokrasi ve Millî Birlik

Yazan
Öğeyi Oyla
(9 oy)

Peşinen söyleyeyim ki, net anlaşılabilmek için bu yazım, mümkün olduğunca sohbet tarzında olacaktır. Bu itibarla son seçim sürecinde toplumda oluşan bazı kanaat değişmelerine, şahsımdan da örnekler verişim yadırganmamalıdır.

2006 yılının Ocak ayında çıkan ilk kitabımda, aslında Türk milletinin varoluşunun ontolojik bir yaklaşımla tarihî-manevî varlık alanı ile izah edilebileceğini sayfalar boyunca anlatmış ve bunun üzerine bana yöneltilen sorulardan dolayı birçok felsefeci, sosyolog ve siyaset bilimcinin, modern ontoloji konusunda yeterince bilgi sahibi olmadığını fark etmiştim [1]. Nitekim sosyolog Prof. Dr. Beylü Dikeçligil de yine 2006 yılı içinde yayınlanan, “Sosyal Bilimler Epistemolojisinde Sorunların Kaynağı: Ontolojiyi Unutmak” başlıklı bir makalesinde, aynı bilgi eksikliğinden dert yanmış ve doyurucu izahlarda bulunmuştu [2]. Şimdi siyasete geçelim.

AK Parti İktidarında Davutoğlu Dönemi 

AK Parti iktidarının sonuna doğru Başbakanlık makamına gelen siyaset bilimci Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu da, 15 Nisan 2015 günü partisinin milletvekillerini tanıtırken yaptığı konuşmada, “Var oluşumuzun ontolojik zemini”nden bahsetmişti. Bunun üzerine, ontolojiyi tanımak isteyenlerin en pratik kaynağı, internetteki arama motorları olmuştu [3]. Böylece, zaten kitaplarından bilgi birikimine şahit olunan Davutoğlu’nun isabetli bir tercih olduğu bir kere daha anlaşılmıştı. Şu da var ki, 2014’ün 27 Ağustos’unda partinin genel başkanı, 29 Ağustos’unda ise Başbakan olduğunda, 7 Haziran seçimlerine on aydan daha az zaman kalmıştı ve AK Parti iktidarı da yeterince yıpranmıştı.

İktidar olmak, ne kadar hizmet verilirse verilsin, genellikle yıpranmak da demektir. Bu durum, şüphesiz ki tek bir sebebe bağlanamaz. Herkesin iktidardan öncelikli bir beklentisi vardır ve her bir kişi, beklentisinde tatmin olmadığı ölçüde soğumaya başlar.

O minval üzere, benim de soğumam olmuştu ve seçimlere gelindiğinde kararım, siyaseti kendi seçmenlik çapımda protesto etmek için boş oy kullanmaktı. Buna rağmen az da olsa mütereddittim. Beni mütereddit kılan, Davutoğlu’nun henüz denenmemiş olmasıydı.

Bu arada CHP cenahından kendi seçmenlerine yapılan bir çağrı, o tereddüdümü kolayca giderdi ve önceki iki seçimde olduğu gibi oyumu yine AK Parti’ye verdim. Çünkü kanaatimce o çağrı, demokrasi ahlakı bakımından, AK Parti’ye yapılan birçok ithamdan daha kötüdür. 

Seçimi Seçmenin Tercihinden Çıkarmak

Seçim öncesinde AK Parti iktidarının ancak HDP’nin barajı geçmesiyle sonlanacağı hesabı yapan CHP’ye yakınlığıyla bilinen bazı yazar ve sanatçılar, CHP seçmenlerine “her aileden HDP’ye bir oy verilsin” çağrısında bulundular. Kulaktan kulağa da yayılan o çağrının ne derece etkili olduğu bilinmemekle beraber, seçimden sonraki bazı yetkililerin basına yansıyan açıklamaları, CHP ile HDP arasında kurumsal bir dayanışma olduğuna delalet mahiyetindedir. CHP milletvekili Şafak Pavey ile HDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş arasında seçimden sonra geçen bir sohbette Pavel’in, “Birlikte iyi salladık diye düşünüyorum”, Demirtaş’ın da “Hep birlikte daha iyisini başarırız” demesi; HDP milletvekili Altan Tan’ın bir soruyu, “CHP’den bize bir-iki puan emanet oy gelmiş olabilir” diye cevaplaması; CHP Grup Başkanvekili Engin Altay’ın, “Yüzde üç buçuk civarında oyumuzu barışa ve demokrasiye feda ettik. Helal olsun” şeklindeki beyanı ve daha sayılabilecek birçok örnekler, bu iki parti arasında gizlice bir ittifak yapıldığını ve CHP’nin bir kısım kendi seçmenini HDP’ye oy vermeye yönlendirdiğini göstermektedir. İşte benim, o ittifakı demokrasi ahlakı bakımından tenkit etmemin sebebi de o gizlilik ve seçmen iradesine müdahale edilmesidir. Çünkü demokrasi halka açık olmayı ve seçmenin hür tercihini ortaya koymasını gerektirir. O iki parti alenen ittifak yapmış olsalardı, demokrasi açısından tenkit edilemezdi.

Diğer yandan, etnik kimliklerin varlığının kabullenilmesi şeklindeki “Demokratik açılım” düşüncesine, CHP’nin bir zamanlar karşı olduğu düşünüldüğünde, gizli-saklı o ittifakın, zoraki de olsa ontolojik bir kabullenme olduğu aşikârdır.

Bu arada HDP’nin büyümesini, sadece CHP desteğine mal etmenin doğru olamayacağı da belirtilmelidir. Kendilerinin son zamanlarda Türkiye’ye bakışta daha bütüncü görüşler ifade etmeleri, CHP ittifakından önce de Kürt olmayan bazı Alevi kesimlerin CHP seçmenliğinden ayrılıp HDP çatısı altında aktif siyasete girmeleri, aşırı soldan Kürt olmayan bazı kesimlerin de onlara meyletmesi, Dengir Mir Mehmet Fırat ve Altan Tan gibi Kürt toplumunda etkili bazı muhafazakâr entelektüel Kürtlerin o partide yer alması, partinin de seçilecek bir sıradan başörtülü bir hanımı aday göstermesiyle dindar Kürtlerden destek alması, AK Parti ile siyaseten ters düşmüş Kürt olmayan bazı dindar kesimlerden de muhtemelen bir miktar oy kayması gibi etkenler de sayılmalıdır. Bütün bunların hepsi neticede, onların varlığını ontolojik kabullenmedir.

En ilginç kabullenme ise, yine CHP’nin asıl omurgasını teşkil eden ve kendilerini “Atatürkçü, Kemalist, ulusalcı” diye tanıtan aşırı politize olmuş kesimden geldi. Bilindiği gibi o kesim, CHP bayrağını taşımakta mahzur doğabilecek durumlarda, üzerine Atatürk’ün resmi yerleştirilmiş “Türk bayrağı” taşımaktadır. Aslında o bayrağa “Türk bayrağı” denmemeli, Atatürkçü bayrağı denmelidir. Çünkü Türk bayrağında hilal ve yıldızdan başka resim yoktur. O “Atatürkçü” kesim, “Gezi eylemleri”nde de HDP’nin zafer kutlamalarında da PKK flamaları ile Atatürkçü bayrağı yan yana görmemizi sağlamıştı. Çünkü onlar, AK Parti’nin kaybetmesi için tek çıkar yolun HDP’yle birlikte hareket etmek olduğuna hükmetmişlerdi. Oysaki “Türkiye bölünecek” diye, Kürt kimliğinin telaffuz edilmesine en çok karşı çıkan da onlardı. Ama metotları “devrim” de olsa seçim de olsa, o kimliktekilerle dayanışmaya mecbur olduklarını fark etmektedirler. Bu da kendi tezleriyle ters düşecek şekilde ontolojik bir gerçeği kabullenmeleridir. 

Ekonomi ve Millî Birlik Meselesi

Elbette ki seçimleri etkileyen faktörlerden biri de ekonomidir. Bu seçimlerde de asgarî ücret, maaş ikramiyeleri gibi vaatlerin etkisi de mutlaka olmuştur. Denilebilir ki, dünyanın her ülkesinde yapılan seçimlerde, yapılan anketlerde insanların ekonomik tatmin arzuları en üst seviyelerde yer almaktadır.

Esasen devletlerarası savaşların da en çok ekonomik fayda teminine dayandığı bilinmektedir. Fakat o gerçekten hareketle, diğer ihtiyaçları pek önemli değil gibi anlamak yanlış olur. Öyle bir anlayış, artık iflas etmiş olan Marksist anlayıştır. Her insanın uğruna geçimini de hayatını da tehlikeye atacağı değerler vardır. O minvalde her insan bir sosyal aidiyet ihtiyacı da duyar. Etnik aidiyet tamamen, dinî aidiyet ise büyük ölçüde içinde doğulan toplumdan kaynaklanır. Onlar, hem bir toplumun hem de o toplum içindeki bireyin kimliğidir. İşte insanlar, o kimlikleriyle kabul ve sevgi görme ihtiyacı da duyarlar. Devletin dayanağı olan milletten ayrı addedilmeleri, millî birlik için potansiyel bir tehlike görülmeleri, onları huzursuz eder; devleti kendilerine, kendilerini de devlete yabancı hissederler.

Batılı millet teorilerinin tutarsız, yanlış ve hatta zararlı olduğu artık birçok sosyal bilimci tarafından kabul edilmektedir. Hiçbir millet tek ırktan ve hiçbir devlet tek dilli bir toplumdan mürekkep değildir. Aynı durum, biz Türkler için de geçerlidir. Türk; İslam öncesinde bir törede, İslamî dönemde ise İslam’da birleşip ortak bir dilde karar kılmış farklı anadilli kavimlerin birleşimine denmiştir. Bu kavimler arasında asırlar boyunca ortak kültür de evlilikler sebebiyle soyca birleşmeler de gerçekleşmiştir. Türk milleti içinde Kazak, Kırgız vs. de Çerkez, Kürt vs. de vardır. Bugün insanların bir kısmının Müslüman olmayışı ayrıdır, tarihî gerçek ayrıdır. Bireysellikle toplumsallığı birbirine karıştırmamak gerekir. İlle de Batılı aşırı laik normlarla o gerçekleri inkâr etmek mümkün değildir. Leibniz ve Herder gibi on yedinci-on sekizinci asır filozoflarının görüşlerini, felsefe tarihi açısından önemsemek normaldir ama yirminci asır filozoflarından Nicolai Hartmann’ın bilgi arayışında ısrarla ontolojiye dikkat çekmesini [4], bilimlerin daha ileri düzeye ulaştığı zamana denk geldiği için daha çok önemsemek gerekir. Var olanın bilgisi için başka dayanaklar da vardır ama hangisi seçilirse seçilsin, var olana bakmak ihmal edilemez. Özellikle sosyologlar, topluma bakarken mutlaka sosyoloji biliminin paradigmalarını da sorgulamalıdırlar.

Şunu da belirtmeliyim ki, bu yazıda ontolojiden bahsedilmesinin sebebi, bilimsel bir mahiyet arz etmesindendir. Yoksa bizim toplumuzda isimlendirilmemiş olsa da, ontolojinin bütüncü görüşüyle bakmak zaten mevcuttur. On üçüncü asırda yaşamış olan Sadreddin Konevî şöyle diyor: “Bilinmelidir ki, ilim varlığa tabidir… Varlığı en kâmil şekilde kabul eden ilim, en kâmil şekildedir. Buna karşılık ilim, varlığı eksik kabule göre noksanlaşır.”

Bir topluma bakarken, sadece bir bölümünü dikkate almak, o bölüm, en büyük bölüm olsa bile noksan bir bilgi verecektir. Dolayısıyla mahiyeti itibariyle bütüncü değil bölücü olacaktır. Öyleyse millete bakarken maddî ve manevî bütün unsurlarıyla her bölgedeki insanlarımızın hepsine bakmak gerekir. Var oluşumuz, o bütünlüktedir.

______________

Kaynaklar:

1- Hüseyin Dayı, Türkler ve ‘Öteki’ler, Okumuş Adam Yayınları, ss. 68-81 (Bu kitabımın 2013 tarihli baskısı, Batı’dan İthal Milliyetçilik ve Ötekileştirdikleri” adıyla Akis Kitap yayınlarından çıkmıştır.)

2- Beylü  Dikeçligil, “Sosyal Bilimler Epistemolojisinde Sorunların Kaynağı: Ontolojiyi Unutmak”, Felsefe ve Sosyal Bilimler Muğla Üniversitesi Felsefe ve Sosyal Bilimler Sempozyumu Bildirileri, Vadi Yayınları, Ankara, ss. 31-53.

3- Yaşar Can, “Davutoğlu ‘Ontoloji’ dedi herkes Google’a sordu”, Posta.com.tr, 15 Nisan 2014, www.posta.com.tr/siyaset/HaberDetay/Davutoglu--Ontoloji--dedi-herkes-Google-a-sordu.htm?ArticleID=277526

4- Nicolai Hartmann, Ontolojinin Işığında Bilgi, çev. Harun Tepe, Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, Ankara, 1998.

 

Okunma 4530 defa Son Düzenlenme Pazartesi, 15 Haziran 2015 00:10
Hüseyin DAYI

Hüseyin DAYI  Türkçe (Türkiye) English (United Kingdom)

1952 yılında Erzurum’da doğdu. İlk gençlik yıllarından itibaren, kültürel maksatla kurulmuş çeşitli derneklerde görevler aldı. Üniversite tahsilini, İktisat ve felsefe olmak üzere iki ayrı dalda yaptı. Sırasıyla memuriyet, ticaret ve gazetecilikle meşgul oldu.

Genellikle dinî inançlar ile felsefî teorileri ve sosyal hayata etkilerini inceledi. O maksatla özellikle din, felsefe, tarih, antropoloji, sosyoloji ve sosyal psikoloji alanlarında çok yönlü okuyup düşünmeye yöneldi.

Ulusal ve uluslararası bilim kongrelerinde tebliğler sundu, hakemli dergilerde makaleleri yayınlandı.

Başta Türk milleti hakkındakiler olmak üzere, Batı’da üretilmiş millet teorileri ile milliyetçiliklerin yanlış ve zararlı olduğu şeklindeki görüşlerini dile getirdi. Türk teriminin, Türkçeyi ortak dil olarak kullanan farklı etnik kökenden Müslüman kavimlerin birleşiminin ismi olduğu şeklindeki tespitini anlattı.

Çevrecilik, insan-hayvan-bitki hakları, savaş aleyhtarlığı ve demokrasinin en sağlam temellerinin İslamiyet’te olduğunu savundu.

Dünya Gündemi, Star, Yeni Şafak, Önce Vatan ve Zaman gazetelerinde makaleleri; Yeni Asya ve Yeni Şafak gazetelerinde kendisiyle yapılan röportajlar yayınlandı.

Siyaset ve sosyal bilimler alanına “Ötekileştirmek” kavramını kazandırdı. “Devletin milleti- milletin devleti” şeklindeki tasnifi de ilgi görmektedir.

Orta derecede İngilizce bilen yazar, evli olup bir evlat babasıdır.

İlk yayınlanma tarihi sırasına göre kitapları şunlardır:

1- Batı’dan İthal Milliyetçilik ve Ötekileştirdikleri (Türkler ve “Öteki”ler, Okumuş Adam Yayınları, 2006; Türkler ve Ötekileştirdiklerimiz, TİMAŞ Yayınları, 2008, Akis Kitap Yayınları, 2012).

2- Batı’dan İthal Milliyetçiliğin Dinle Kavgası (Bilgeoğuz Yayınları, 2010; Akis Kitap Yayınları, 2012).

3- İslam Medeniyetinin Küreselliği -Başka Alternatif Yok- (Akis Kitap Yayınları, 2012).

 

Hüseyin DAYI

He was born in Erzurum in 1952. From his early youth, he took part in various associations established for cultural purposes. He completed his university education in two different branches, Economics and philosophy. He was engaged in civil service, trade and journalism, respectively.

He generally studied religious beliefs and philosophical theories and their effects on social life. For this purpose, he tended to read and think in many ways, especially in the fields of religion, philosophy, history, anthropology, sociology and social psychology.

He presented papers at national and international scientific congresses, and his articles were published in refereed journals.

He expressed his views that nation theories and nationalisms produced in the West, especially those about the Turkish nation, are wrong and harmful. He explained his determination that the term “Turk” is the name of a combination of Muslim tribes of different ethnic origins who use Turkish as a common language.

He argued that the most important foundations of environmentalism, human-animal-plant rights, anti-war and democracy are within Islam.

His articles were published in the newspapers Dünya Gündem, Star, Yeni Şafak, First Vatan and Zaman, and interviews with him were published in the newspapers Yeni Asya and Yeni Şafak.

He introduced the concept of “marginalizing” to the field of politics and social sciences. His classification as “the nation of the state - the state of the nation” also attracts attention.

The author, who speaks intermediate level English, is married and has a son.

The books, in order by date of first publication, are:

1- Batı’dan İthal Milliyetçilik ve Ötekileştirdikleri (Türkler ve “Öteki”ler, Okumuş Adam Yayınları, 2006; Türkler ve Ötekileştirdiklerimiz, TİMAŞ Yayınları, 2008, Akis Kitap Yayınları, 2012).

2- Batı’dan İthal Milliyetçiliğin Dinle Kavgası (Bilgeoğuz Yayınları, 2010; Akis Kitap Yayınları, 2012).

3- İslam Medeniyetinin Küreselliği -Başka Alternatif Yok- (Akis Kitap Yayınları, 2012).

Yorum eklemek için giriş yapın