Sonra Doğu Akdeniz. Bize rağmen oldu bittilerle hak ve menfaatlerimizi çiğnemeye cüret eden Yunanistan ve gayri meşru ortakları, AB-D,İsrail’e karşı hak ve menfaatlerimizi gözetmekte çok önemliydi ve ister istemez dikkatimizi celbetti. Libya’da bundan nasibini aldı. Çünkü Libya Doğu Akdeniz’in zıvanasıdır.
Bütün bu gelişmeler Ege’yi ve Ege’de neler olup bittiğini bizlere maalesef unutturdu. Oysaki Suriye, Doğu Akdeniz, Libya ve yakın coğrafyada olup bitenler kadar Ege’de olup bitenlerde mühimdir.
Yunanistan’ın 1936’dan bu yana Ege’yi ilmek ilmek işlediğini Türkiye’nin ise çeşitli nedenlerle pasifte kaldığını bilenler biliyor. Yunanistan’ın Ege’deki hakimiyetini artırma konusunda “Salam Stratejisi”’ni takip ettiği, etki-tepki durumuna göre müteakip adımlar attığını görmekteyiz. Buda ona Ege’de ENOSİS’i başarıyla yürütme imkanı sağlıyor.
Yunanistan gayr-i hukuki ve gayri ahlaki bir şekilde Türkiye’nin egemenlik haklarını gasp etmekte, hareket alanını daraltmaktadır. Yunanistan’ın bu “hukuk tanımaz teröristçe tutumu” maalesef gerektiği şekilde karşılık bulmamaktadır. Belki de yeteri kadar sorunumuz var şimdilik bu dursun, yada stratejinin üç mühim kuralı gereği uygun yer, zaman ve kuvvet üçlemesine uygun hareket edilmekte. Lakin kamuoyu açısından konunun bilinmesi çok mühim ve bizler milletimize karşı aydınlatıcı görevimizi hakkıyla yerine getirmek Ege’de olup bitenleri teşhis ve tespit etmek uygun stratejiler üretmek zorundayız. Buda vatanperverliğimizin gereğidir.
Ege’de ki gidişata “dur” demezsek ileriki dönemlerde Yunanistan’ın müttefiklerinin de içinde olduğu bir koalisyon ile karşı karşıya kalabiliriz. İkincisi sessiz kalmak fiili durumu meşrulaştırmak olur. İkisi de kabul edilemez.
Bu nedenle uzun zamandır üzerinde çalıştığım bu konuyu kaleme almak ve sizlerle paylaşmak istedim. Bu iki konu hakkında kaleme aldığım paylaşımlarıma Misak-Milli, Mavi Vatan Facebook ve Twitter sayfalarından ulaşabilirsiniz.
https://www.facebook.com/groups/743518982816485/?ref=group_header
Yunanistan batı tarafından kurulmuş, şımartılmış ve üzerimize salınmış bir gayri meşru oluşumdur. Kurulduğu 1821’den bu yana tek görevi Batı için Türkiye’ye karşı bariyer olmaktır. Bu açıdan bakıldığında Yunanistan ile ilgili her mesele doğrudan yada dolaylı olarak aynı zamanda AB-D ile de sorunumuz anlamına gelmektedir bunu bilmemiz lazım.
Yunanistan ile Ege’deki sorunlarımızı şöyle sıralayabiliriz; Karasuları, Munhasır Ekonomik Bölge, FIR(Uçuş Malumat Verme Bölgesi) Hattı, Adaların Silahlandırılması, Egemenliği Anlaşmalarla Yunanistan’a devredilmemiş Adalar, Kıta Sahanlığı, Arama Kurtarma Sorumluluk Sahaları vs..
Özellikle Karasuları sorunu çok mühim. Bir diğer mühim konu ise 1982 yılında imzalanan BM Deniz Hukuku Anlaşmasının derinleştirdiği Munhasır Ekonomi Bölgeler sorunu. Birisi Ege’de diğeri ise daha ziyade Akdeniz’de önem kazanmakta. Anadolu’ya yakın adaların silahlandırılması ile statüsü anlaşmalarla belirlenmemiş 150 ye yakın ada ve adacıkta Yunanistan’ın egemenlik iddia etmesi üzerinde strateji geliştirilmesi gerekmektedir.
Türkiye olarak bugüne kadar Kıbrıs dahil Yunanistan ile sorunları barış ve diyalog yolu ile çözmek istedik. Lakin Yunanistan’ın ezelden beri takındığı uzlaşmaz ve şımarık tutum ve suiistimaller artık sahada daha aktif tedbirler almamızı gerektirmekte.
Lozan Antlaşması ile; Ege’de Türk ve Yunan karasularının genişliği 3 deniz mili olarak belirlenmiştir. Buna rağmen Yunanistan, Eylül 1936 tarih ve 230 sayılı “Yunanistan Karasuları Hududunun Tespiti Hakkında Kanun” ile tek taraflı olarak Karasularını 3 milden 6 mile genişletmiştir. Yunanistan'ın bu kararı, Türkiye ve Yunanistan arasındaki yakınlaşmanın dorukta olduğu ve İtalya'nın Akdeniz'de bir tehdit unsuru olduğu dönemde, Milli Şef hükümeti tarafından pek fazla önemsenmemiştir.
Türkiye Karasuları genişliği Lozan Antlaşması’ndan başlayarak 1964 yılına kadar 3 mil olarak devam etmiştir.1964 tarihli karasuları Kanunu’yla karasularının genişliğini 6 mile çıkarmıştır. Yunanistan, Türkiye'nin NATO'ya girmesini takip eden yıllarda 1960'lardan sonra bütün uluslararası anlaşmaları ihlal ederek bu adaları yoğun bir şekilde silahlandırmıştır.
12 Eylül ihtilalini takip eden yıllarda imzalanan 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesinde karasularının 12 mile kadar uzatılabileceği belirtilse de tartışmalı alanlarda uzlaşma yolunun takip edilmesi gerektiği vurgulanmasına rağmen Yunan Parlamentosu yakın zamanda Yunan Hükümetine uygun gördüğü anda karasularını 6 mil üzerine çıkarma yetkisi vermiştir. TÜRKİYE ise bunu “casus belli” yani savaş sebebi sayacağını açıklamıştır.
Türkiye'nin AB'ye giriş çabalarının arttığı 2004'ten itibaren Osmanlı'dan bize miras kalan ve statüsü hiçbir anlaşmanın: (1913 Londra-Atina,1914 6 büyük devlet kararı,1923 Lozan,1947 Paris) konusu olmayan ve Anadolu kıyılarına yakın olan adaları silahlandırmakta ve bu adalarda liman ve askeri üsler kurmaktadır. Buna gerekçe olarak ta "doğudan yani Türkiye’den gelecek tehdit" gibi aslı astarı olmayan sebep ileri sürmektedir.
Görüldüğü üzere Türkiye, ne zaman Batı’ya yaklaşacak adımlar atsa Yunanistan fırsatçılık yapıp bunu suiistimal edip Ege’de ve Akdeniz’de hamleler yapmaktadır.
SONUÇ OLARAK: Ege Denizi, Yunanistan’ın 6 mille yüzde 40’ını kontrol ettiği bir Yunan gölü olmuş,12 mil hayata geçirildiği takdirde yüzde yetmişini kontrol ettiği bir Yunan Denizi olacaktır. Statüsü gereği Osmanlı'dan Türkiye'ye miras kalan Yunan işgalindeki 150 ada-adacık üzerindeki egemenliğimizi Uluslararası sisteme derhal deklere etmeliyiz. Buna GİRİT'in dörtte üçü de dahildir. Ve sonrasında "Salam Stratejisi" gereği bu adalarda ve çevresinde deniz ve kara tatbikatları yapmalı, egemenliğimizin mührünü teşkil edecek deniz ileri karakolları, limanlar, askeri üsler tesis etmeliyiz…
Alıntı: https://www.milatgazetesi.com/yazarlar/biraz-da-ege/haber-236625