Sonrasında 93 Harbinde Osmanlının Ruslara yenilgisinin ardından adanın yönetimi 1878 yılında İngilizlerin idaresine verildi. 1914 yılında ise adanın İngilizler tarafından ilhak edilmesiyle bugünkü sona gelinmiş olundu.
ABD’li deniz stratejisti Mahan’ın Teorisi’ne göre; “kıtalar arası ticaretin kontrolünü sağlamak için deniz hakimiyetinin muhakkak tesis edilmesi gerekmektedir.” Mahan, ortaya koyduğu stratejiler ile İngiltere, Japonya ve Almanya deniz kuvvetlerinin gelişimini de büyük ölçüde etkilemiştir.
İşte bu stratejiden yola çıkarak Asya, Afrika ve Avrupa üçgeninde dünyaya yön veren ticaretin kontrolü için Akdeniz’in muhakkak kontrol edilmesi gerektiğine inanan batı bu stratejiyi hayata geçirmekte zorlanmadı.
Mahan’dan onlarca yıl önce yaşamış olan Osmanlı Kaptan-ı Deryası Barbaros Hayrettin Paşa’nın Osmanlı Denizciliğinin esasını ortaya koyan “Denizlere Hâkim olan Dünya’ya Hâkim Olur” stratejisi gereği Emperyalist batılı ülkeler sabit bir uçak gemisi vazifesi gören Kıbrıs adasının önemini anlamalarını kolaylaştırmışa benziyor.
Kıbrıs’ın fethi ile Akdeniz deniz ticaretini kontrol eden Osmanlı sadece deniz ticaretini kontrol etmekle kalmamış Asya, Afrika ve Avrupa üzerinden dünya siyasetini yönlendirmiştir.
Kıbrıs adasının askeri üs olarak Türkiye’ye sağladığı katkı tartışmasız bir gerçektir. Bugün Ak Denizin dünya ekonomisini yönlendiren belli başlı ülkelerin uçak gemilerine ev sahipliği yapmasının temelinde bu strateji yatmaktadır.
Buna birde Doğu Akdeniz Enerji havzası güvenliği eklenecek olursa bölgenin kontrolünün gelecekte dünya ülkelerini nasıl etkileyeceğini anlamamıza yardımcı olacaktır.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra sınırları içerisine çekilmek zorunda bırakılan Türkiye uzun bir savaş sonrası harap olan ekonomisini düzeltmek için çaba sarf etmekle beraber izlediği stratejiyle uluslararası politikaları belirleme noktasında kafasını kuma sokmuştur.
Barbaros Hayrettin Paşa’nın asırlar önce miras bıraktığı “Deniz Hakimiyeti Teorisini” unutmuş ve bu konuda kendisini geliştirmekte yavaş kalmıştır.
Özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ayağına takılı prangalarından kurtulan Türk Ordusu ülkesinin terör ve emperyalist saldırılara karşı korunması noktasında sınırlar ötesine gözünü çevirmiştir.
Geç kalınmış bir strateji olsa da sınırları ötesinde askeri harekatlar yapan, batılı rakiplerine rağmen ülke dışında kurmaya başladığı üslerle Doğu Akdeniz ticari ve enerji havzası güvenliğini kontrol etmek isteyen bir Türkiye var karşımızda.
Günümüz dünya enerji savaşları kapsamında batılı rakiplerimizin Güney Kıbrıs Rum Yönetimini (GKRY) bir maşa gibi kullanarak yaptığı antlaşmalar ile dışlamayı amaçladığı Türkiye bu küresel oyunu Libya ile gerçekleştirdiği ve “27 Kasım'da imzalanan deniz yetki alanları sınırlandırmasına dair mutabakat muhtırası” ile boşa çıkarmıştır.
Afrika’ya açılan bir kapı konumunda olan Libya ile varılan bu mutabakat sonrası Türkiye’nin gönderdiği askeri eğitim birliği her anlamda Libya’da ve bölgede dengeleri değiştirecek bir adım olmuştur.
Türkiye gerek Doğu Akdeniz ticaretini kontrol etmek ve gerekse Doğu Akdeniz Enerji havzasında uluslararası hukuka göre var olan haklarını korumak istiyorsa Libya ile geliştirdiği askeri ve deniz mutabakatı anlaşmalarını orada kuracağı bir üsle taçlandırmalıdır.
Türkiye’nin bu minvalde atacağı adım Libya’dan sonra kıyıdaş diğer ülkelere sıçradığı takdirde Doğu Akdeniz yeniden bir Müslüman gölü konumuna kavuşacaktır. Böylece başta Afrika olmak üzere son yüzyılda sömürülen bölge kaynakları yeniden bölge halkının hizmetine sunulabilecektir.
Evet kilometrelerce öteden uçak gemileri ile gelip üstüne sabit bir uçak gemisi konumunda olan Kıbrıs adasına konuşlanan ülkelerden önce Türkiye bu bölgede hak sahibidir.
Libya’da kurulacak üs yeni bir Türkiye rüzgarının kaynağını oluşturacaktır.
Mazlum ve mahzun bölge halkı için Türkiye’nin şaha kalkma zamanı geldi de geçiyor bile…
Ersan Ergür