Pazar, 19 Mayıs 2013 15:55

Asimetrik Savaşta ABD ve Nato'nun Rolü (19 Mayıs 2013)

Yazan
Öğeyi Oyla
(1 Oyla)
Asimetrik Savaş Asimetrik Savaş

Asimetrik Savaşta ABD ve Nato'nun Rolü 1

11 Eylül 2001’de gerçekleşen  Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan saldırı sonrası dönemin ABD Başkanı George W. Bush’un yaptığı konuşmada söylediği “Artık her ulus kararını vermelidir  ya bizimlesiniz ya da teröristlerle!…” retoriği günlerce dünya televizyonlarında dönüp durmuştu. Bu açıklamalar Afganistan’da koalisyon yükünü çekecek olan ülkelerin ve diğer ülkelerin “küresel terörizm” le daha iyi mücadele edebilmek üzere hedef kamuoyunu daha ziyade Müslüman nüfusu olan ülkelerde, niyet ve maksatlarını, stratejik vizyonlarını, uygulayacakları politikaları “meşrulaştırmak” için hedef kamuoyunda algı ve tutum değişikliği yaratmaya yönelik bir psikolojik ve stratejik iletişim modelidir. Zira dünya kamuoyu genelde, ABD’nin prestijinin sarsılması ve mağdur pozisyonunda olması dolayısıyla operasyona destek verdi. Ancak ABD, 7 Ekim 2001’de “Sonsuz Özgürlük Harekâtı” adı altında işgal ettiği Afganistan’da tam manasıyla bu algı ve tutum değişikliğini gerçekleştirememiştir. Bunun sonucu olarak da; aralarındaki menfaat çatışmasını kendi lehine çevirmek isteyen taraflardan birisinin savaşma gücünün, analitik olarak diğerine nazaran alt edilemez bir seviyede olduğu zaman patlak veren, tıpkı Vietnam’da olduğu gibi “Asimetrik Savaş”la karşı karşıya kalınmıştır.

Dengesiz savaş gücü, kaçınılmaz olarak asimetrik savaşı da beraberinde getirir. Çatışan taraflardan zayıf olanın güçlü olana karşı sergilediği asimetrik yaklaşım; üstün tarafın zaaflarından yararlanarak onun devasa gücünü alt etmeye yönelik olarak, beklenmeyen, önlenemeyen veya normal olarak tercih edilmeyen yöntemler, silahlar ve teknolojileri her an her yerde kullanmaktır. Güçlü ve düzenli bir ordu yapılanması olan taraf, sonuçlarını düşünmeksizin karşısındaki direniş kuvvetiyle baş etmek için konvansiyonel taktikleri kullanmaktan başka bir seçenek düşünmez. Ancak zayıf olanın aynı savaş taktiklerini uygulaması ne mümkündür, ne de akılcıdır. Direnen zayıf taraf, savaşma gücünü korumak için simetrik bir cephede karşı koymaktan ziyade, karşı tarafın kendi topraklarını da kapsayan zayıf bölgelerine saldırmayı hiç tereddütsüz hedefleyecektir. Güçlü tarafın göze almak istemediği insan kayıpları, davası uğruna ölümü göze almış insanlardan oluşan zayıf tarafın en büyük silahlarından birisidir.11 Eylül Saldırısı, geçtiğimiz 7 Nisan’da Afganistan’ın güneyindeki Zabul kentinde bomba yüklü araçla NATO konvoyunun hedef alındığı saldırı ve terör örgütü eylemi olmasa bile terör örgütlerinin gündeme gelerek nemalandıkları; “Amerikan derin devleti” komplosu bile olsa, 15 Nisan’da ABD’de Boston Maratonu’nda yapılan bombalı terörist saldırılar asimetrik yaklaşıma birer örnektir.

 Askeri anlamda son yılların en önemli uluslararası konferansı olarak nitelendirebileceğimiz, 57 ülkeden alanında uzman akademisyen ve uzman askerlerin olduğu ve benim de katılma imkanı bulduğum ICAP-13(Uluslararası Hava ve Uzay Gücü Konferansı) 27-29 Mart tarihinde Harp Akademileri’nde gerçekleşti. Amacının; hava ve uzay gücünün, teknolojinin yanı sıra diğer ilgi alanları ile etkileşimi üzerine kuramsal ve uygulamalı bilgilere odaklanarak; savunma ve endüstriyel araştırmaların sunumu ve tartışılması için özgün, akademik bir forum sağlamakolarak belirlendiği Konferansta, günümüz hava ve uzay gücünün önemine değinen, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı’nda (CIA)  uzun yıllar çalışan, Harvard’da da dersler veren hava ve uzay stratejistiDr. Benjamin Lambeth’in “ Asimetrik savaşın karşıtı olan konvansiyonel savaşta hava gücünün önemi onaylanmış durumdadır. Fakat günümüz hava silahlarının isyan bastırmadaki etkisi ve sivil insan kayıplarına sebep olması tartışılmaktadır…” şeklinde dikkat çektiği husus aslında Afganistan örneğinde olduğu gibi masum insanların hayatına mal olan operasyonların asimetrik savaşı körükleyerek sonuç alınmasını da geciktirdiği unutulmamalıdır. Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’ın ortaya attığı “2.5 savaş” stratejisindeki buçuk, asimetrik yöntemlerin savaş terminolojisinde yerini aldığının bir ifadesidir. Buradan şunu söylemek mümkün; eğer askeri başarılar stratejik başarıya değil de fiyaskoya dönüşüyorsa, planlanan, arzu edilen barış temenniden öteye geçemeyecek ve asimetrik savaş olanca hızıyla ve gücüyle halkı arkasına alarak ve artarak en primitif şekliyle devam edecektir. Bu açıdan baktığımızda ABD ve NATO, stratejik esneklik kaybı ve körlüğü yaşamaktadırlar. Çatışma spektrumunda çatışma öncesi ve sonrası temel insani değerleri, toplumsal ve geleneksel refleksleri dikkate almamakta ve asimetrik savaş enstrümanlarının etki alanlarının daha da genişlemesine ve bu döngünün yıllarca devam etmesine neden olmaktadırlar. NATO konvoyunun bölgedeki bir okula kitap bağışı yapmaya giderken saldırıya uğraması, NATO'nun çoğunluğu çocuk olan 12 sivil Afganlıyı hava bombardımanıyla katletmesini haklı gösteremez. Keza, kimler tarafından yapılırsa yapılsın Boston Maratonu’ndaki saldırı da bu kapsamda değerlendirilmelidir.

11 Eylül saldırılarından bugüne maalesef müttefik batılı küresel güçlerin amacı; ICAP-13’te İtalya katılımcılarından Prof. LucianoBozzo’nun yerinde tespitiyle “mesele sadece zafer elde etmek değil, ülkenin sosyal yaralarını da sarmak zorundasınız. Şu an bunu kimse yapmak istemiyor Yapılan ve hedefte olan sadece yönetim biçimlerini değiştirmek ve neo-liberal Pazar ekonomisini hakim kılarak bölgede küresel hakimiyet kurmanın zeminini hazırlamaktır…”

Siyasi tabirle“kamu diplomasisi,” askeri tabirle “stratejik iletişim” konusunda yeni küresel güvenlik parametrelerine uygun olarak kendini Avrupa- Atlantik bölgesinde görev yapan bir savunma örgütünden, küresel bir güvenlik aktörüne dönüştürmek isteyen NATO, bu süreçte iletişimin stratejik yönetimini önemli bir idari fonksiyonu olarak ele almak zorundadır. NATO’nun bölgedeki müttefikleri ve üye ülkeleri, mesela Türkiye gibi ülkeler, bölgeyi hızla asimetrik savaşa sürükleyen, meşruluğunun tartışıldığı ve düşman algılamasının arttığı batılı ülkelerden sorumluluğu devralmalı, reaktif refleksler yerine proaktif çalışmalar ve çabalarla, deyim yerindeyse “softpower” bir siyasetle; yani stratejik iletişimi sağlıklı ve reel bir şekilde inşa eden bir sinerji ve perspektifle Taliban ve Afgan hükümetinin en azından asgari müştereklerde müzakere edebilir ve masada karşı karşıya oturabilir hale getirmenin çarelerini üretmelidirler.

Sovyetler Birliği’nin çökmesi ile bir “soğuk savaş artığı” olarak meşruiyetinin sorgulanmasına rağmen NATO, güvenlik anlamında hala en önemli uluslararası örgüt hüviyetini korumaktadır. NATO’nun eski genel sekreteri Jaap De HoopScheffer’e göre “değişen küresel güvenlik ortamına dönüşerek uyum sağlaması gereken NATO’nun yeni dönemde bu dönüşümü gerçekleştirebilmesi için güvenlik kavramını yeniden yorumlaması ve bu kapsamda ortaya çıkan ya da çıkmak üzere olan tehditleri “alan dışında” henüz Avrupa-Atlantik bölgesini etkilemeden karşılaması ve bu maksatla diğer ülkeler ve uluslararası örgütlerle daha sıkı işbirliği için iletişime yönelmesi şarttır.” Küreselleşen dünyada transatlantik ilişkilerin gün geçtikçe daha önemli hale geldiği bir zaman diliminde olunmasına rağmen NATO, uluslararası düzeyde gizli ajandası olduğu algısal olgusuyla itibar kaybetmeye devam etmektedir. Nüfuz alanı oluşturmaya çalıştığı bölgelerde en başta varlığıyla asimetrik savaşın gerekçesi haline gelmiş bir pozisyona düşmektedir. Bu açıdan NATO hakkındaki algı ve kanaatlerin olumlu anlamda ve kurumsal itibarı güçlendirecek tarzda şekillendirilmesi en azından şimdilik Avrupa- Atlantik bölgesi dışında mümkün görünmemektedir.

ABD Ordusu ve NATO’nun iletişim stratejileri konusunda Afganistan ve benzeri ülkelerde meşruiyet zemininde derin fay hatları oluşmuştur. Bölge halklarında oluşan “Batının İslam’la savaşta olduğu” algısı kaçınılmaz olarak bu meşruiyeti sorgular hale getirmiştir. Öte yandan Afgan hükümeti ve kısmen bazı bölge ülkeleri tarafından eleştirilen operasyonlarda sıklıkla karşılaşılan sivil kayıplar da NATO’nun “iyi niyet"i konusunda soru işaretleri belirmesine ve itibarının yıpranmasına neden olmaya devam etmektedir. NATO yeni etki alanı oluşturma çabasında olduğu bölgelerde iletişim faaliyetlerini seçkinci bir anlayışla toplumun elit kesimlerine yönelttiği için sokaktaki vatandaşa hitap edecek bir iletişim stratejisi geliştirememiştir. Sosyal projeler bağlamında, batı tandanslı sağlık projelerinde mesela;  birçok yerde güven bunalımından dolayı çocuk aşısı yapmada bile zorluklarla karşılaşmaktadır. NATO’nun Afganistan’daki iletişim projeleri konusunda literatür tarandığında Afgan elitlerle, Afgan halkının NATO algılamalarında karşılaşılan büyük uçurumun da bu kapsamda değerlendirilmesi doğru olacaktır. Keza Almanya konuşlu Marshall Fonu’nun(GMF) her yıl düzenlediği “Transatlantik Eğilimler” anketinin 2010 yılı sonuçlarında bu anketin ilk kez düzenlendiği 2004 yılından beri anket düzenlenen ülkelerdeki elitlerin NATO yanlısı tutumlarında gözle görülür bir değişiklik tespit edilemezken, örneğin Türkiye’de elitlerin dışında NATO’yu destekleme oranı 2004 yılında  % 53 iken bu oranın 2010 yılında % 30’a düşmesi oldukça dikkat çekicidir. Yine aynı kuruluş GMF’nin anketinde birliklerin Afganistan’dan çekilmesini isteyen Amerikalıların oranı 2011’de % 35 olarak açıklanırken, 2012’de oran % 44’tür. Afganistan’da birliklerin artırılmasını isteyen Amerikalıların sayısı 2009’da % 30 iken, 2012’de % 5’e gerilemiştir.

 Buna rağmen bölgedeki gelişmeler göstermektedir ki 2014’ün sonuna kadar ABD’nin Afganistan'dan çekilmesi kararlaştırılmış olmasına rağmen pek mümkün görünmemektedir. Halihazırda 66 bin ABD askeri bulunduğu ve çekilme sonrası 15 bininin kalacağı söylenmektedir. Nitekim Afganistan’da uzun yıllar görev yapan Amerikan eski Büyükelçisi Robert Finn de 18 Nisan’da Zaman’a verdiği mülakatta ABD’nin aslında Afganistan’da kalacağını dile getirmiştir.

Tüm bu tespit ve tahlillerimizin ışığında değerlendirildiğinde Türkiye küresel aktör ve bölgesel lider güç olma iddiasını kendi sorumluluk alanlarında bölge istikrarı adına barış ve güvenlik konseptinde öne çıkarması gerekmektedir. Özellikle AK Parti hükümetinin “Barış ve Kardeşlik Projesi”nin başarıyla sonuçlanacağı öngörüldüğünde bunu tüm bölgedeki problemli alanlara model olarak götürmesi pekala mümkündür.

1) 19 Mayıs 2013'te yayınlanmıştır.

Okunma 4636 defa Son Düzenlenme Cuma, 11 Haziran 2021 09:57
Hüseyin Caner AKKURT

Araştırmacı-Yazar

Yorum eklemek için giriş yapın